“İstanbul elbette fetholunacaktır, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askerleri ne güzel askerlerdir” buyuran iki cihan serveri Hz. Muhammed’in (S.A.V.) müjdesine nail olmak isteyen Müslümanlar yüzyıllar boyunca bu “övülmüş şehri” defalarca kuşattılar. “Ne güzel kumandan ve ne güzel askerler” övgüsü ise Fatih Sultan Mehmet Han’a ve onun güzel askerlerinin oldu. Fetih, Hakk’ın batıla, güneşin karanlığa galebesi olarak, aslında hep karşımızda duruyor.

İstanbul, 1453 yılında “Rabbimizden bize emanet olarak” bir manevi miras. Sormamız gereken soru, bizler bu emanete sahip çıkabiliyor muyuz Fetih şuurunu ve ruhunu yaşamak anlamında ne kadar dirayetliyiz Fetih ile “Hak-batıl” mücadelesinin sembolü olarak Fatih Sultan Mehmet’in bizlere şahsi emanet vakfiyesi olarak bıraktığı Ayasofya’nın Cumhuriyet tarihi boyunca ibadete kapalı olması ve bir müze kimliğiyle küfrün ayaklarının altına serilmesi meselesinde, iktidarlarımızın ve yetkililerimizin duyarsızlığı daha ne kadar sürecek Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in cami yapıp ilk namazını kıldırdığı ve kıyamete kadar cami olarak hizmet vermesi konusunda vakıf senedinde, “Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir” diye miras bıraktığı halde, kimliğini değiştirdiğimiz mahzun bir mabet olarak kalacak mı Fetih ruhunu kuşanmak, fetih şuuruyla bilinçlenmek, gençliğimizin 21 yaşında bu kutlu kentin kuşatmasını sağlayıp fethini gerçekleştiren Fatih Sultan Mehmet Han zihniyetinde yetiştirmesini nasıl sağlayacağız

Öncelikle bu ruhu kuşanabilmek için 90 yaşında 6 evladıyla birlikte İstanbul’un fethine katılıp, İstanbul için Peygamber’in verdiği kahramanlık apoletlerini takabilmek için “cihadı” bizlere öğreten, cihadın anlamını kavramımızı sağlayan Ebu Eyyüb-el Ensari’yi anlamamız, kavramamız gerek! Bir sonraki aşamada ise, bu kutlu şehri bizlere miras bırakanların, bu emaneti kıyamete dek nasıl kullandığımız, tasarruf ettiğimiz noktasında bizlerden beklentilerini de sorgulamamız lazım.

İstanbul, bugün yaşanacak bir şehir olmaktan çıkmışsa, her bölgesinde yağma ve talan kültürüyle imar planları yapılıyorsa, trafik problemi ise palyatif çözümlerle giderilip, üstüne üstlük tüm Türkiye’nin problemleri çözülmüş gibi takdim ediliyorsa, bu şehri yönetenlerin fetih şuuruyla hareket ettiğini söylememiz gerçekten zor görünüyor.

Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, “Biz her zaman söylemiyor muyuz, başarılı bir insan olmak için mutlaka inançlı olmalıyız, o işin delisi olmalıyız diye. Sultan Fatih de İstanbul’un fethinin delisi oldu” sözleriyle, inancın ve azmin başarıya yol alan süreçteki rolünü ortaya koyuyor.

Bugün, manevi kimliğimizde onulmaz yaralar açan, “Kudsiyetpenahları Papa”ya elpençe divan durup “soykırım” masallarının önünü açan, zinayı serbest bırakıp aile yapımıza dinamit koyanlara “dur” diyebilmek için öncelikle fetih şuurunu kuşanmak ve İstanbul’u yeniden fethetmek zorundayız. Fethe yeniden muhtacız… Ve bu ruhu diriltmek ise sadece Milli Görüş’ün “güzel kumandanları ve güzel askerleri” ile mümkün olabilecek.