Cihad ve hidayet arasındaki ilişkiyi tespit etmek için “Cihad mı yoksa hidayet mi öncedir?” şeklindeki bir soruya çoğu insan “Hidayet olmadan cihad mı olur? İman, amelin kabul şartıdır. Hidayet bulup Müslüman olmayan, nasıl cihad edebilir ki?” diye doğal bir cevap verir. Soruya bu şekilde yanıt verilmesinin nedeni, hidayeti terim anlamıyla değerlendirmeleridir. Oysa hidayetin terim anlamıyla kök anlamı arasında bir ilişki bulunsa da hidayetin kazandığı terim manası ayrı ve yeni bir mahiyet taşır.

İlahiyat kavramları (ıstılah) bir kökten türerler. Bu kökün manası ile bu kökten türetilen (iştikak) kelimenin, kavramın veya teriminin anlamı arasında mutlaka bir alaka bulunmaktadır. Bu durum “her kelimenin bir lügavi bir de ıstılahi manası vardır ve her zaman lügavi manayla ıstılahi mana arasında bir bağlantı ve ilişki vardır” diye formalize edilir. Hidayetin türediği hdy köküyle hidayet kavramı, ortak bir noktada birleşir. Kelimelerin doğru anlaşılabilmesi için ek bir yöntem daha bulunmaktadır. Bu da kelimenin zıddını doğru tespit etmektir. Kök bulunduğunda kelimenin ne olduğu; zıddı tespit edildiğinde ise kökün ve kelimenin ne olmadığı aşikâr bir şekilde ortaya çıkar.

Hidayeti ve zıddı olan dalâlet, ayet ve hadislerde zaman zaman kök manasıyla geçer. Metinlerde karşılaştığımız her hidayet ve dalâlet lafzını terim manasıyla anlamak, hatalara yol açabilir. İşte yukarda sorulan soruda da böyle bir nükte dikkati çekmektedir. Bu sorudaki hidayet terim manasıyla mı kullanıldı yoksa lügavi manası mı kastedildi? Lügavi manası kastedildiyse bu mana nedir?

Yollar arasında kaybolmak

Araplar çölde kaybolan ve yolunu arayan bir kişiye yardımcı olmak için onun önüne geçerler ve ona yol gösterirlerdi. İşte bu eylem, hdy demektir ve hidayet, yolunu kaybeden yolcuya yol göstermek demektir. Yol gösterene hâdî; yol gösterilene ise mehdî denir. Asaya ve bastona, hâdiye denir. Çünkü baston, ardından kendisini takip eden insana yol gösteriyormuş gibi önde bulunur ve insan onu takip eder. Hediye de hidayet ile aynı kökten türemiştir. Bu iki kelime arasındaki kök ve terim ilişkisi ne olabilir?

Hidayetin kök anlamı dikkatle incelendiğinde rehberin önde, gideceği yeri bilmeyen yolcunun ise ardında yürüdüğü ve onu takip ettiği dikkati çekecektir. İslam öncesi dönemlerde dahil olmak üzere eski devirlerde hacca gidenler, Harem’de keserek Kâbe’ye hediye edecekleri kurbanları yanlarında götürürdü. Yürüyerek ya da kervanla Kâbe’ye gitmek için yola çıkan bir hacı adayının, yularını tutup ardından getirdiği kurbanlık deveye ya da hayvana hedy (hediye) adı verilmiştir. Çok saygın görülen ve büyük değer atfedilen hedy kurbanı, Allah’ın dininin simgelerinden kabul edilir ve Kur’an’da beş kez geçer (el-Mâide 5/97). En büyük hediye ve armağan, Kâbe’ye takdim edilen hediye olduğu için Fıkıh’ta, Kâbe’ye hediye edilecek kurbana hedy yani hediye denmiştir. Gönül huzuru içinde, hiçbir cimrilik yapmadan ve kaça mal olacağını düşünmeden Kâbe’ye armağan ederiz. Canımız da bir hedy kurbanı gibidir. Gerekirse onu da Kâbe’nin Rabbi’ne hediye ederiz (Enam 6/162). Hedy ile hidayet arasındaki mana ilişkisi şudur: Kurban edilmek için sevk edilen bu hayvan, ona rehberlik edecek bir insan olmadığında yolunu kaybedecektir ve ulaşmak istenen menzile varamayacaktır. Hedy, “kendisine, Harem-i Şerif’in yolu gösterilen ve bu yolda yürüyen kurban” demektir. Hidayet ile hedy arasındaki yol gösterme manası unutulduğu için zamanla bu kurban, hediye adıyla tanımlanır oldu. Hacda keseceğimiz kurban hediyedir. Hediye, canı gönülden ve hürmetle sürülmeli, süslenmeli ve sunulmalıdır.

Yola teslim olan

Hidayetin zıddı, dalâlet kelimesidir. Dll kökünden türer ve yolunu kaybetmek manasına gelir. Gideceği yolu kaybeden kişi, dalâlete düşmüştür. Hem hidayet hem de dalâlet, zaman içerisinde hakiki manaları yanında mecazi anlama gelecek şekilde de kullanıldı. Allah’ın gösterdiği İslam Yolu’nu bulana hidayete ermiş yani doğru yolu bulmuş dendi. Allah bu yolda yürüyenlerin ismini bizzat kendisi belirledi. Hem Kur’an’da hem de önceki kitaplarda bu yola teslim olana Müslim (Müslüman) adını taktı (Hacc 22/78). Peygamberlerin gösterdiği yolda yürümeyen kişiler de yollarını kaybettiği için dalâlete düşmüş oldular. Bu yolu kaybedenlere ise gayrimüslim dendi.

Kökler, yol gösterir

Kelime kökenleri, bize yol gösterir. Kelimenin ilk ve kök manasına vazı deriz. Her kelime bir anlamı ifade eder ve buna mevzi (mevâzi’) deriz. Yahudiler kelimelerin kök manasını tahrif edişi anlatılırken onların kelimeleri, mevzilerinden çıkarıp başka manaya gelecek bir konuma yerleştirdiklerine işaret edilmiştir (Nisa 4/46).

Hidayet ve dalaletin geçtiği ayetleri okunurken önce kök anlamları göz önüne getirilmelidir. Daha sonra ayetin bağlamına göre bu kelimelerin lügavi ya da ıstılahi manası arasındaki ilişki analiz edilmelidir. Mesela Allah’ın Hz. Peygamber’e yaptığı iyilikler anlatılırken (vevecedeke dâllen fe hedâ) denmiştir (Duhâ 93/7). Bu ifade, “yolunu kaybetmiştin ve sana rehberlik edip yolu gösterdi” şeklinde anlaşılabilir. Buradaki kelimeler hakiki manasında kullanılmıştır. Zira Hz. Peygamber çocukken amcasının evinin yolunu kaybetmiş ve çok korkmuştu. Allah da kendisinin evin yolunu bulup oraya ulaşmasını sağlamıştı.

Ebu Ubeyde-1

Önce hidayet mi, cihad mı?

Mekke’nin son dönemlerinde nazil olan Ankebüt Sûresi’nin son ayetinde cihad ve hidayet kelimeleri bir arada geçer. Nüzul tertibine göre seksen beşinci sırada yer alan sûre, bazı müfessirlere göre Mekke’de inen son sûredir. Bazı müfessirler sûrenin son bölümünün hicret yolundayken indiği kanaatindedirler. Dolayısıyla her halükârda Müslümanların kafirlerle kılıç kılıca çarpıştığı bir dönem henüz başlamamışken ayet nazil olmuştur.

Kur’an okuyucularının yaygın kanaati, cihad kelimesinin geçtiği her ayeti, Medine dönemindeki savaşlarla ilişkilendirmek şeklindedir. Oysa bu yanlış bir anlayış olup nedeni cihadın kök anlamının “sadece savaş olarak” bilinip tercüme edilmesidir. Bu ayette de görüldüğü gibi cihad Mekke’de de vardır. Ayet şöyledir: “Bizim uğrumuzda elinden gelen çabayı sarf edenlere (cihad) gelince, onları bize ulaşan yollara (subulenâ: çözüm yollarımıza) mutlaka yöneltiriz (le nehdiyennehum: hidayet ederiz). Kuşkusuz Allah işlerini en iyi, en doğru, en güzel, en faydalı yapanların (muhsinlerin) yanındadır.”

Ayette cihad, hidayet ve muhsin kelimeleri bir arada geçer. Allah kendi yolunda gayret gösterene yolları gösterir. Muhsin, bu gayreti en iyi, en doğru, en faydalı ve yararlı şekilde yapmaya çalışandır. Yol bir tane değil çoğul olarak gelmiştir. Din manasındaki sebil değil “çözüm yolları” şeklinde anlaşılmalıdır. Allah için gayret göstermeyene ve işini ihsan ile yapmayan iktisatta, siyasette, ailede, hukukta ve savaşta yol gösterilmez. Başarılı olmaz. İşleri kilitlenir.

2-1

Allah’ın kendi uğrunda gayret gösterenlere çözüm yollarını göstereceğine dair vaadini, Gazzeli Ebu Ubeyde 13 Kasım 2024 günü tekrar hatırlattı. Yıllar boyunca askeri okullarda özel bir ders olarak okutulacak Aksa Tufanı Operasyonu’nun gerçekleşmesi ve kentin savunma stratejisi, dünyayı hayretler içinde bıraktı. Hendek Savaşı’ndan ilham alıp tüneller kazdılar. Nuaym’ın Hendek Savaşı’nda uyguladığı karşıt istihbarat taktikleriyle hareket ettiler; esir cesedi gizliyormuş izlenimi verecek şekilde ceset torbalarına yastık ve yorgan koyup dozerle üzerini örttüler. Bunu kaydeden Siyonist dronlar, Müslümanların anlaşmaya uymadığını söyleyip görüntüleri servis ettiğinde gerçek görüntüleri paylaşıp “Biz asla anlaşmayı bozan taraf olamayız. Zira dinimiz bunu emrediyor” dediler.[1] Gazzeli direnişçiler, düşmanı yanıltmak için sergiledikleri taktikleri paylaştığında bin dört yüz yıldan beri kulaklarımızda çınlayan ayet, tekrar ete kemiğe büründü: Allah kendisi uğrunda elinden gelen çabayı gösteren Gazzelilere, kentin savunmasına dair çözümleri göstermişti.


[1] https://www.milligazete.com.tr/kassam-tugaylari-esir-cesetlerinin-cikarildigi-yeri-bombalayan-israil-ordusuna-kurdugu-tuzagi-desifre-etti