MİLLİ Takım, teknik patronaj katındaki köklü değişiklikten sonra üçte üç yaptı. Hem de ikincilikteki en büyük rakibi Romanya’yı ve de içeride sürprizler yapan Estonya’yı deplasmanda yenerek. Araya bir de beşlik Andorra’yı katınca, geldik Hollanda ile play-off’a çıkma finaline... Eh, Terim farkı da burada apaçık ortaya çıkıyor. Kimse darılmasın, kızmasın...

Estonya maçı ile ilgili çok fazla bir şeyler yazmaya gerek var mı Rakip, en düşükler klasmanında. Üstelik de bizi yenerek dağın ardındaki iddiasını zemine indirebilme hevesinde... Oyuncu kalitesi olarak bizimle boy ölçüşmesi mümkün değil. Tamam bir kaç lejyoneri var ama bizim milli takımda yedek bile olamazlar.

O halde hemen üzerlerine baskı kurarak mı oynasak, yoksa dolmuşa bindirip kontrayla boş kaleleri mi atsak İşte maçın en hassas noktası buydu. Baktım, Milli Takım daha santra vuruşuyla birlikte rakibine onun ceza alanı üzerinde basmaya başladı. Doğru muydu Tamam, Terim hoca bir numara da, ben olsam rakibi daha maçın başında dolmuşa bindirirdim. Ben yapamadım onlar yaptı ve Burak’a, “Gel, tam sana göre golünü at” dercesine bir ikramda bulundular. Sonuç mu Hava... Ama bu aksiyon bize çok şey gösterdi. Yani yukarıda da dediğim gibi kontra yemeye uygun bir rakip var sahada. Ama biz yüklendik, önde bastık. Yani onların bize derinlik, genişlik sunmasına izin vermedik ve bana göre bu maçta fazlaca fizik güç harcadık. Peki, hani Terim faktörü diyeceksiniz Ben Terim faktörünü illa da oyun stratejisi için yazmadım. Futbolun bir de saha dışı hazırlığı, oyuncunun hücrelerine maçı işlemesi vardır. İşte Avcı ile Terim farkı buradadır. Hem de fazlasıyla...

Devam edelim... Golün ilki de Caner’in kontraya çıkarak soldan bindirmesi ile oldu. İkincisi ise tam tipik Burak için... Yani bizim rakibi derinlikte yakaladığımızda ne kadar kolay gol atacağımızın kanıtı...

Arda iyi değildi. Gökhan Töre onun da görevini üstlendi. Ama NTV’deki bazı futboldan anlamazlar devrede değişmesi gerektiğini ifade ettiler. Acaba Burak’a attırdığı golün pasına ne derler

Neyse... Kendi sahasında oynayan ve bu kadar zayıf bir takım karşısında benim 450 milyon dolar havuzlu ve kaliteli ithali olan takımımım Romanya’nın erişemeyeceği bir skor yakalamalıydı. Her şeye rağmen dibe vurmuşluktan zirveye ancak bu kadar kısa sürede çıkılabilirdi. 

Terim ve öğrencilerine helal olsun. Sanırım Hollanda maçında rakibe uygun, grubun tablosuna yatkın bir oyun düzeni planlarız. Ama takımın en önemli oyuncusunu kaybettik. Caner bu formuyla, hem de Kadıköy’de çok şeyler yapardı diyorum. Şimdi oradan patlayan oyuncu çıkartamayacağız. O zaman diğer kanada Gökhan’a iş düşecek. Ya da bu maça hazırlandığında umduğum Arda’ya... Ve de daha aktif bir Selçuk’a... Savunmamızın durumu iyi... Amaaaa.

Neden mi bu kadar uzattım... Taaa İngilizlerle Kadıköy’de oynayıp, Beckham’ın penaltı kaçırdığı maçtan beri yazıp duruyorum. Böylesine hayati maçları, örneğin Bursa’ya falan almıyorsunuz. Hatırlar mısınız, Bursa’da Almanya’yı, Hollanda’yı yenmiş, S. İrlanda ile golsüz kalıp 2000 Avrupa Şampiyonası’na gitmiştik. Zayıflar için Arena, Kadıköy  tamam... Ama devler için, yukarıda da sözünü ettiğim, “Maç öncesi kazanç payını” hep göz ardı ediyoruz. Yine hatırlarsanız. İngilizler, Londra’da kıyamet gibi stat dururken o maçın ilkini Sunderland’a almışlardı. Diyorum ya hep, futbolun ruhunu bilmek çok önemlidir.