GÜÇ, demek hak demek değildir. Güçlü, her zaman doğruyu ifade etmez. Güç, iktidarı, azameti, doğru yanlış kuvveti içerirken, hak, adaleti, doğruluğu, mazlumiyeti, hakikati içinde barındırır.
Hak, hukuktur, adalettir, insaniyettir, merhamettir, vicdaniyettir.
Güç, kıblesi belli olmaksızın… Emeli ortak olmayan, sadece maddiyata dayanan… Haklılığını, bulunduğu konumdan alan… Varlığını adalete, hakça tartıya dayatmayan anlayış…
Birisi bohemliği, diğeri hakikati ve berraklığı, duruluğu temsil eder.
Günümüzdeki hak ve güç dengeleri ne yazık ki, halk nazarında uçucu resimler ihtiva ediyor.
Bugün güçlü olan… Bugün muktedir olan, beşer anlamda, şişirilmiş, azmanlaşmış insanlar, yaklaşımlar, bir müddet sonra içi boşaltılan… Yahut kavram olarak yer değiştiren hallere bürünebilmektedir.
Hâsılı, bugünün güçlüsü, yarın mazlum olabilmekte… Mazlum olan ise yarın iktidar olabilmekte…
Buna örnek çoktur… Tarihin laboratuarında bu ikilem her mekân ve zamanda kendini dışa vurmuştur.
Ama hakikat… Ama hak, zaman ve mekân üstüdür.
Ne şartlara göre değişir, ne iktidarlara göre… Ne güç karşısında başkalaşır hak ve hakikat… Ne gece onu örter, ne gündüz onu parlatır.
Güzellik ve evrensel doğruluk onun ruhunda ve hayatında vardır.
Peki, bugün ahval nedir, insanlar ne yapar, ne düşünürler? Vardığımız yer neresidir, inanlık hangi makamdadır?
Tarihten bugüne… İnsanlık serüveni, güçle hakikat arasındaki gelgitlerden ibarettir.
Zaman zaman, yaratılış hikmetine sarılan insanoğlu, birçok zaman diliminde, güce yaslanmayı, güce ram olmayı, günlük kurtuluş bilmiştir.
Müslümanların duruşu bellidir.
Müslümanlar günlük kaygılarla, hakikatleri, doğrulukları yok edemezler.
Geceye, sabaha, öğleye göre değil… Zamanın üstünde, bütün insanlığı kuşatan umdelere göre hareket ederler… Göğün yedi kat yukarısında da, yerin yedi kat aşağısında da duruşları, davranışları aynıdır…
Hakkın mı, gücün mü yanında yer almalı sorusu, aslında absala iştigal bir dürtmedir.
Müslüman, her hâl ve şartta, hakkı tutar, hakkı gözetir, adaletle yoluna devam eder… Mazluma arka çıkar… Mazlumun da zalimin de kimliğine, kavmine, dinine bakmaz… Elbet, peygamberi metotta öncelikler, ilk halkalar vardır. Ona göre davranır. Lakin genel bakışıyla, insanlara topyekûn bakar.
Renk, dil, millet ayrımı yapmaksızın, mazlumların yanında durur, kendinden bile zalim çıksa, onun karşısında konumlanır. Güç mü, hak mı, ayrımı tarih boyunca süregelmiştir.
Başka bir deyimle, hak ve batıl da denebilir bu ayrıma.
Habil ile kabilin mücadelesi… Her dönem ve her çağda Habil’ler ve Kabil’ler var olmuştur… Güçlüler ve haklılar… Yani hak ve güç dengesi ne yazık ki, insanların nefsaniyeti yüzünden… Zaafları sebebiyle, hakka karşı isyana dönüşmüştür kimi zamanlarda.
Kim ki, ne olursa olsun… Hesaba kitaba girmeden, hakka yaslanır, hakkı tutar, mazluma sahip çıkar, adalete sarılırsa, altından ırmaklar akan ebedi bahçelere kavuşacaktır…
Güce dayananlar, ona sırt verenler ise, kaybedenler sürüsüne dahil olacaklardır.
Tarihin öğüdü de bu, Kur’ani hakikat da bu...