Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda Batı kültürünün yaşam tarzını kendine model almış bir ülkedir.
Medeni bir hayat yaşamak,
Kadının onurunu yükseltmek,
İlimde, sanatta, teknolojide müreffeh bir Türkiye için böyle bir girişim, Türk insanına ne kazandırdı bunu biraz irdelemek gerekiyor.
Önce Batı kültürünün temelinde nasıl bir mantık vardır onu bilmek lazım.
Batı Kültürünün temelinde üç ana ilke vardır.
Bunlardan birincisi; “Özgürlük.”
İkincisi; “Çıkarcılık.”
Üçüncüsü de; “Rahat yaşamak” tır.
***
Bu üç ana ilkenin mantığını incelediğimizde bireyi, “yalnızlığa” ve “ferdiyetçiliğe” sürüklediğini görürüz.
Batılılaşmak demek, Batı dünyasında yaşayan insanların kültürlerini ve yaşam tarzlarını alıp uygulamak demektir.
Medenileşme ile bir ilgisi yoktur.
“Medenileşmek” ayrı, “Batılılaşmak” ayrı iki kavramdır.
İkisini bir birine karıştırmamak gerekiyor.
Batı dünyası teknolojide, sanayide, ulaşımda, endüstride ilerlemiş ve rahat hayat yaşıyor olabilir.
Özgürlüklerini de sınırsızca kullanıyor gözükebilir.
Yaşam tarzlarıyla, uygarlıklarıyla, kültürleriyle İnsana ve insanlığa ne kazandırdıklarına bakmamız lâzım.
***
Her şeyden önce herhangi bir sistemin, bireyler arasında cinsiyet ayırımı yapmaması, kişilere insan oldukları için değer vermesi ve uygar davranması gerekir.
Bu mantığı, Batı ülkelerinde ve “Batılılaşma mantığı” içerisinde olan diğer ülkelerin politikalarında görmek lâzım.
Kendi ülkesinin insanlarına medeni davranıp da diğer ülkelerin insanlarına farklı ve çıkarcı davrananlar hiç medeni sayılabilir mi ..
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar uygulanan ve halen uygulanmakta olan politikalar, bu iki kavramı yani “Batılılaşma ile medeniyeti” birbirine karıştırmıştır.
Medeni olacağız diye Batılıların yaşam tarzını kendimize uygulamaya çalıştık.
Bu politikalar Türk insanının karakterine ve kimliğine uymadığından bugüne kadar ne Batılı olabildik, ne de gerçek manada medeni olabildik ..
***
Batılılaşma hareketi içerisinde kazandıklarımızla kaybettiklerimizi karşılaştırdığımızda kaybettiklerimizin çok daha fazla olduğunu görüyoruz.
Özellikle “Türk kadının kimliği” ciddi anlamda zedelenmiştir.
Ülke olarak, Tür insanının ve Türk kadınının geldiği noktaya baktığımızda;
Ne Batılı olabildik,
Ne doğulu,
Ne de kendimiz olabildik!..
Güçlü potansiyelimize,
Tarihi birikimimize ve sınırsız enerjimize rağmen, küreselleşen dünya çarkı içerisinde iki arada bir derede kalan bir ülke olduk.
***
Kumarı Yasaklayan
İlk Kadın Muhtar
1933 yılında “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın muhtarı seçilen Gül Esin Aydın,” farklı kişiliği ve cesur icraatlarıyla adından övgüyle bahsettiren kadınlarımızdandır.
Yaptığı icraatları Atatürk tarafından duyulur ve takdirle karşılanır.
Çine İlçesi Karpuzlu Bucağı’nın muhtarlığını yaptığı dönemde, Atatürk bizzat Gül Esin Hanımı çağırtarak ödüllendirmiştir.
Muhtar olduğu dönemde köyünde bir yığın yeniliklerin yanı sıra en dikkat çekeni kahvehanelerde kumar oynamayı yasaklamasıyla ünlenmiştir.
Gül Esin Hanım, kız kaçırma olaylarını önlemiş ve nikâh işlerini düzene sokarak büyük başarıları elde etmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadınlarındandır.
İşte biz böyle kadınlara “Cumhuriyet kadınları” diyoruz.
İşte bizim özümüzü temsil eden “Müslüman Anadolu kadını” budur.
(Cumhuriyetin İlk kadınları)