Geçen hafta Mustafa Kemal Paşa’nın ülkenin kurtuluşu için Sultan Vahideddin Han’a ordunun başına geçmesini, Enver Paşa’yı ekarte etmesini ve yerine kendisini atamasını istediğini ifade etmiş ve bu isteği sultanın sert bir dille geri çevirdiğini yazmıştık.

Sultanın paşaya cevabı bir hayli sert ve keskin; “…Paşa ben her şeyden evvel halkın açlığını gidermek zorundayım. Halk aç. Eğer halk doyurulmazsa alınacak her tedbir faydasız ve boş olacaktır.”

Bu cevap paşayı çok öfkelendirmişti. Ama bir önceki yazıda da belirttiğimiz gibi paşa asker gibi, sultan ise sultan gibi düşünmek zorundaydı. Şimdi sultanı bu denli öfkelendiren ve telaşlandıran İstanbul ve Anadolu’nun zahire ve hububat stoklarını incelemeye devam edelim. Grev, hava şartları, anlaşmazlık vb. gibi nedenlerle Anadolu’dan ya da dışarıdan un sevkiyatının gecikmesi, İstanbul halkını kıtlık ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. İşte tam olarak bu yıllarda İstanbul’da bazı gıda maddelerinin stok durumu şöyledir: 1

ET

Mart ayında dış ülkelerden 5459 baş koyun, 2654 baş sığır, Anadolu’dan 19287 baş koyun, 273 baş sığır olmak üzere toplam; 27673 kasaplık hayvan ithal edilmiştir. Canlı hayvan ithalindeki %8’lik artışa rağmen bu ayda et fiyatları kıyye başına 11,5 kuruş artmıştır. Ancak geçen yılın aynı ayına göre bu aydaki et fiyatları %25 daha ucuz gerçekleşmiştir.

ŞEKER

Mart ayında 20564 çuval şeker ithal edilmiştir. Şehrin günlük ihtiyacı 600 çuval olduğuna göre, 1 aylık ihtiyacı karşılayabilecek stok vardır. Nisan ayında ithal edilen 69248 çuval şekerle şehrin 115 günlük ihtiyacı temin edilmiş, buna rağmen şeker fiyatları kıyye (1200 gr.) başına 10 para artmıştır.

UN

Mart ayı içerisinde 161.500 çuval mısır ve buğday unu ithal edilmiştir. Şehrin günlük ihtiyacı yaklaşık 5500 çuval olduğuna göre, 1 aylık ihtiyacı karşılayabilecek un stoku vardır. Bu ayda birinci nevi un fiyatları düşmüş, ikinci nevi un fiyatları yükselmiştir. Nisan ayındaki stok miktarı ise 150.000 çuval olup 27 günlük ihtiyacı karşılayabilecektir.

PEYNİR

%14’ü ülke içinden olmak üzere toplam 92 ton peynir getirilmiştir. Bu mevcut peynir stoku, şehrin 1–1,5 aylık ihtiyacını karşılayabilmektedir.

PİRİNÇ

Mart ayında 8675 çuval pirinç ithal edilmiş, önceki aylarda ithal edilenlerle birlikte şehrin aylık ihtiyacının tamamı karşılanabilmektedir. Fiyatlarda da kıyye başına 10 kuruşluk bir düşüş görülmüştür. Nisan ayında ithal edilen 8000 çuval pirinçle 23 günlük ihtiyaç karşılanmaktadır.

PATATES VE FASULYE

Mart ayında İstanbul’a yurt dışından 1294 ton patates ve 425 ton fasulye ithal edilmiş, patatesin bir kısmı Adapazarı’ndan sevk edilmiştir.2  İstanbul ahalisi, yaşadığı bu gıda sıkıntısı yetmezmiş gibi bir de romanlara konu olmuş meşhur yangınlarla da uğraşıyordu. Şimdi de bu konulara biraz değinelim.

YUMURTA

İstanbul piyasasına Mart ayında yurt dışından 1.655.000, Anadolu’dan 3.345.972 yumurta gelmiştir. Şubat ayına göre yumurta adedinde %67’lik bir artış olmuştur.

TEREYAĞI ve İÇ YAĞLARI

Mart ayında %32’si Anadolu’dan olmak üzere 36 ton tereyağı gelmiştir. Amerika’dan ithal edilen yağ miktarı ise 31 tondur. İç yağı miktarı 287 tona ulaşmıştır.

İstanbul’da yoksulluğa ve toplumsal ayrışmaya katkıda bulunan bir diğer olumsuzluk, yangınların yol açtığı tahribattı. Evlerin çoğu ahşaptı ve bir yangın patlak verdiğinde bitişikteki mahallenin kaderi rüzgârın merhametine kalıyordu. Yangınla örgütlü bir mücadele yoktu. Her mahallede küçük itfaiye ekipleri vardı. Bu ekiplerdeki itfaiyeciler yangını söndürmekten ev sahibiyle pazarlık yapmayı tercih ederlerdi. Böyle olunca, yanına sığınabilecekleri akrabaları olacak kadar bile şansı olmayan evsizleri, camiler ve yoksul evleri barındırmak zorunda kalıyordu. Yangınzedelerle, buna paralel giden sığınmacı akını bir araya gelince, İstanbul’da Belediye ve Sosyal Hizmetler tıkandı.3

1918’de toplam 1475 ev yandı,1919’da 158 ev, 1920’de 747 ev, 1921’de 600 ev, 1922’de 100 ev ve 1923’te 380 ev yangınlarla tahrip oldu ve yıkıldı. 4

Yılların ilerlemesi ile beraber yanan ev sayısındaki azalmanın nedeni, müttefik işgal kuvvetleri tarafından, şehre modern yangın arabalarının ve söndürücülerin getirilmesi ile beraber bu alanda çağın getirdiği teknolojinin İstanbullular tarafında da kullanılmaya başlanmış olması olabilir.5 1921’deki büyük Üsküdar yangını, uzun bir kuraklık döneminden sonra meydana gelmişti, şehrin valisi kesin sayıları 694 ev 31 dükkân olarak veriyor, fakat şehrin aşırı kalabalıklaşması yüzünden, evlerde oturanların sayısı, olağan duruma kıyasla çok fazlaydı. Pek çok durumda, tek bir evde iki, hatta üç aile yaşıyor, onun için, barınakları yanmış insanların sayısının, en azından 7500 olduğundan hatta bu sayının,  büyük ihtimalle 10.000’i aştığından emin olabiliriz.6         

Altyapıdaki eksiklik, senelerdir süregelen kuraklık ve buna bağlı kıtlık, her yangında şehrin üçte birinin yanması ile ortada kalan evsiz insanlar, %1350 enflasyon, çıldırtacak boyutlara varan hayat pahalılığı yetmiyormuş gibi bir de, sağlık hizmetlerindeki sefil durum hayatı çekilmez hale getiriyordu. Bebek ölüm oranı, tifüs, tifo, difteri ve gripten ölümler, göze çarpıcı miktarlara ulaşıyor idiyse de, verem bütün öteki hastalıklardan daha fazla ölüme sebep oluyordu. 1920’de, şehirde veremden ölenlerin sayısı yılda 2640 kişiye ulaşmıştı. 7

1 Temmuz 1920’de, şehre yeni bir Veremli Çocuklar Hastanesi açıldı. Bu hastane, sadece Rum, Ermeni ve Yahudi çocuklarına hizmet veriyor ve Yakın Doğu Yardım Örgütü tarafından yönetiliyordu.8 1922’de dahi İstanbul’daki 16256 ölüm içinde her altı ölümden biri veremdendi. 9

İstanbul halkı 1918 senesinin Kasım ayına kadar, işgal dışında dünyadaki bütün felâketleri gördüğünüz gibi yaşamıştır. Bu kadar yokluğun üzerine bir de 1918 işgalini koyun, ne hissedersiniz

Sanırım bu hali ile sultanın, nezaket içerisinde karşıladığı Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği, “Paşa ben her şeyden evvel İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim. İstanbul halkı açtır. Bunu temin etmedikçe alınacak her tedbir isabetsiz olur” cevabı çok mantıklı ve yerinde bir cevaptır.

Bir de, biz, o gün Sultan Vahideddin Han’ın, Mustafa Kemal Paşa’dan evvel huzuruna kimleri kabul ettiğini biliyor muyuz   Hayır. O günün sabahı sultan kimlerle görüştü bunun kaydı yoktur. İhtimal ki eğer sultan, o gün Mustafa Kemal Paşa’dan evvel, İaşe Nazırı (halkın erzaklarının temininden sorumlu bakan) ile bir görüşme yaptıysa ve bizim kitabımızda bahsettiğimiz bu gıda malzemelerindeki sıkıntıyı padişaha arz ettiyse, sultan da bu durumu kafasına takıp moralini bozduysa ve bu görüşmenin akabinde Mustafa Kemal Paşa’yı kabul ettiyse, paşanın teklifine karşılık böyle bir cevap vermesi çok mantıklı olmaz mı

Şu unutulmaması gereken bir hakikat. Tarih, sosyal bir bilimdir. Yani sosyolojik izahlara muhtaçtır. Fizik kanunları, kendisini yıkan başka bir kanun bulunmadığı sürece tartışmasız kanundur. Ve dünyanın her yerinde formülleri geçerlidir. Matematikte her zaman iki kere iki dört eder. Bu konuda kimsenin bir itirazı olamaz. Çünkü sayısal bilimler ön kabullerle ilerler. İki her zaman bir’den büyük, ama üç’ten küçüktür. Fakat sosyal bilimlerde genel geçer bir kural yoktur. Her toplumun kuralı kendisini bağlar. Hatta bazı mevzularda herkesin kuralı kendisini bağlar ve bu haliyle sosyolojik olarak sosyal bilimlerde iki kere iki her zaman dört etmez. Bazen beş eder, bazen ise üç. Genel geçer kurallar yoktur. Biz Sultan Vahideddin Han’dan daima ve her ortamda Mustafa Kemal Paşa’ya çok hoş davranmasını ve hiç hayır dememesini bekliyoruz. Fakat bu mümkün mü

Mustafa Kemal Paşa’nın, sultanın huzuruna çıkıp memleket hakkında izahat verirken unutulmaması gereken bir hakikat vardır ki, o gün itibari ile cihan harbi hâlâ bitmemiştir. Ve henüz işgaller başlamamıştır. Biz işgal yıllarını da bildiğimiz için o an itibariyle, sanki sultanın yanlış bir cevap verdiği kanısına kapılıyoruz. Hâlbuki bu mülâkat gerçekleştiğinde tek sıkıntı henüz başlamamış olan işgal değil, halkın genlerine kadar yaşadığı açlık ve sefalet. Sorumluluk hisseden her hükümdarın halkının çektiği bu ıstıraplardan üzüntü duyup çare araması gerekir. Bunun tam tersi ise hainlikle izah edilir. Peki Sultan Vahideddin Han, bu tutumu ile babacan bir hükümdar mıdır, yoksa hain bir hükümdar mı ..

DİPNOTLAR

1-Mehmet Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’da Sosyal Hayat, sf. 60.

2-Mehmet  Temel,  a.g.e.,  62.

3-Cemil Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, .sf; 124-128

4-Rakım Ziyaoğlu, Yorumlu İstanbul Kütüğü, Sf;258,Simurg Yay., 1. Baskı, İstanbul, 1985.

5-FMA 20N1184 n.n Dos2, 23 Şubat 1922, “Apparreils de Secours Contre Les İncendies”

6-“The Scutari Fire Sufferers The Orient, 8,34 (4 Ağustos 1921),  Sf:333-334

7-The Orient 7;21 (21 Nisan 1920), Sf; 19

8-Ibid, 7:32 (7 Temmuz 1920), sf: 1

9-Frank A. Ross, C. Luther Fry and Elbridge Sibley, The  Near East  and American  hilanthropy,   sf: 167