Gündem

Abdulkadir Özkan'ın sorduğu soru ne idi? Sorunlara ortak bir çözüm bulunacaksa...

Milli Gazete yazarı Abdulkadir Özkan, şu dört maddeyi gündeminden düşürmüyordu...

Abone Ol

Geçtiğimiz gün ebediyete uğurladığımız Milli Gazete yazarı ve ilk Genel Yayın Yönetmenlerimizden Abdulkadir Özkan, gündeme dair önemli görüş ve düşüncelerini paylaştı.

Merhum Özkan'ın üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi siyasette kutuplaşma, ötekileştirmeydi...

ÖZKAN ŞU DÖRT MADDEYİ TEKRARLIYORDU!

Milli Gazete yazarı Abdulkadir Özkan, şu dört maddeyi gündeminden düşürmüyordu;

1) "Acaba, bu ülkede iktidar kanadından başka bir siyasi oluşumun seçim kazanma hakkı yok mudur?"

2) "Yapacağımız bütün seçimleri aynı taraf mı kazanacak, ya da kazanmak zorunda."

3) "Eğer açıklanmayan böyle bir düşünce var ise bundan ülkeye zarardan başka yarar gelmeyecektir."

4) "Kaldı ki ülke sorunlarına ortak bir çözüm bulunacaksa bunun yolu kutuplaştırmadan, değersizleştirmeden değil, kucaklaşmadan geçiyor."

"BİRLİKTE YAŞAMAYA KARAR VERİP VERMEMEK ÖNEMLİ"

Bu vesileyle merhum Abdulkadir Özkan'ın, Milli Gazetedeki "Birlikte yaşamaya karar verip vermemek önemli" başlıklı yazısını dikkatlerinize sunuyoruz;

"Ülkemizde sürekli olarak didişme ve çatışma ortamı oluşturuluyor. Sanki bu özellikle tercih ediliyor. Elbette sürekli olarak tartışılan, kamplaşmaların körüklendiği bir ortam herkesi rahatsız eder. Bundan zevk alan bulunacağını sanmıyorum. Eğer, kamplaşmalardan, insanların birbirlerine düşman gözüyle bakmasından zevk alanlar varsa, onların sanıyorum bir asabiye mütehassısına gitmelerinde yarar vardır.

Ülkemizde yaşanan bu kutuplaşma ve ısrarla birbirini reddetmeye yönelik tavırları Mehmet Barlas, "Tercihimiz kamplaşmak mı, yoksa uzlaşmak mı?" diye bir soru şeklinde gündeme getirerek yaptığı değerlendirmede bir arada yaşamak durumunda olduğumuzu hatırlatıyor ve uzlaşmanın gerekliliğini vurguluyordu. Tabii ki, kamplaşmak düşmanlıkları körükler, düşmanlıkların körüklenmesi ise ister istemez sürekli çatışmayı gündeme getirir. Bu çatışmaları geçmişte yaşadık ve sanıyorum , "İyi ki yaşadık" diyen çıkmaz. Çünkü yaşadıklarımızdan geriye kan, acı ve gözyaşı kaldı. Bir askeri darbenin arkasından daha önce birbirleri ile çatışan, yol kesen kahve basan, kısacası gözünü kırpmadan birbirini öldürenler aynı cezaevinde toplandı. Hatta aynı koğuşlara konuldu.

Ülkemizin genç nüfusunun önemli bir kesimi hayatlarının baharında en az 10 yıllarını mahkeme ve cezaevlerinde geçirdiler. Mahkemeler bitip cezalarını çektikten sonra dışarı çıktıklarında sudan çıkmış balığa döndüler. Ve verdikleri onca mücadelenin ardından hiçbir şeyi değiştirmeye güçlerinin yetmediğini görmenin sıkıntısını yaşadılar. Onlar vatan, millet diye günlerini sokaklarda ve ardından uzun yıllarını dört duvar arasında geçirirken emsallerinin köşeyi döndüklerini gördüler. Sonuçta tüm idealleri yok olup gitti. Şimdi ideali olmayan bir gençlik ve toplum ortaya çıktı. Parayı put edinmiş, bunun için her yolu mübah sayan bir anlayış hakim artık.

Buna rağmen bazı kesimler ısrarla toplumun önemli bir bölümünü yok saymaya, onlara yaşama hakkı vermemeye çalışıyor ve bunda inat ediyorlar. Bu ise ister istemez kamplaşmayı meydana getiriyor.

Kamplaşmanın karşıtı uzlaşmak gibi görünüyor olsa da şahsen bunun pek mümkün olacağını sanmıyorum. Bunun yerine kamplaşmadan kurtulabilmek için farklılıklara rağmen birlikte yaşama kültürünü geliştirmek durumundayız. Sıkça farklı görüş sahiplerinin birbirine saygı duymasından söz edilir. Bu mümkün olabilir mi Bir kişi farklı görüşe saygı duyuyorsa kendi fikrini terk ederek saygı duyduğu görüşü benimsemesi gerekmez mi? Birlikte yaşamak için ille de her görüş ve inanca saygı duymak gerekir mi? Bana göre gerekmez. Herkes kendi görüşünü ve düşüncesini muhafaza ederek kendinden başka türlü düşünenlerin de bulunmasının gayet tabii olduğunu kabul edip, bu farklılıklara rağmen birlikte yaşamamız gerektiğine kendisini inandırdığı takdirde sanıyorum kamplaşmalar ortadan kalkacaktır. Tabii bu arada farklı düşünceye düşman olmak gibi bir çağ dışılığa düşmemek gerekiyor.

Bu noktada kamplaşmayı körükleyen, toplumun bir kesimini ille de kendileri gibi düşünmeye ve davranmaya zorlayan, hatta fırsat bulduğunda mecbur edenler lafa geldiğinde çağdaşlığı, demokrasi ve özgürlük savunuculuğunu kimselere bırakmayanlar olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bir başka ifade ile Batıyı kendilerine rehber seçmiş olanlardır. Bir bakıma hem demokrat hem de faşist anlayışı beyinlerinde birlikte barındıranlar esas sıkıntıyı oluşturuyor.

Galiba bu Batıcılar, işlerine geldiği zaman demokrasi ve özgürlük deyip, gelmediğinde bir takım kavramların arkasına gizlenmekten vazgeçebilseler bu ülkede kesinlikle kamplaşmalara yer kalmaz. Toplum huzur içinde farklılıklarını koruyarak bir arada yaşayabilir. Tüm bunları yazarken Sayın Barlas'ın uzlaşma çağrısına elbette karşı çıkıyor değilim. Sadece, önce farklılıklara rağmen birlikte yaşamaya karar verip, uzlaşmanın ondan sonra gelmesi halinde bir sonuç alınabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Farklılıklara tahammül edemeyenlerle uzlaşmadan söz etmek mümkün olabilir mi?"