Zihin Bulamacı

Abone Ol

İnsan, tekdüzeliği kaldırmıyor. Değişiklik ve yenilenme ile beslenip gelişme. Hayatı tıkayan, yön verdirmeyen, karmaşık bir kurgu ile çıkmaza sürükleyen bir anlayış var bugün. İnsanın kendine zamanı kalmıyor. Zamanı elinden alınmış, farklı bir hayat tarzına sürükleyen bir anlayış. İçinde hayat olmayan bir hayat. Yaşanmamışlıklar, sıradanlıklar ve sorumsuzluk. Bireysellik ve sadece belli bir şeye odaklı.

Çocuklar gözlerini hayata açtıklarında yani, öğrenme ve bilgilenmeye başladıkları andan itibaren; yön ve seçeneksiz bırakılma ile yol alıyorlar. Hayır, yol almıyorlar, bir kısır döngüye sokuluyorlar, bağlanıyorlar. Hayatları sınav, test, yarış atı olma gibi bir açmaza sürükleniyorlar. Okumayan, düşünmeyen bir insanlık. Okuma yazma oranı çok yüksek, ama okuma düşünme oranı yüzde binlerin altında. Okuma yazma bilen cahil bir topluluk. Geçmişe özlem ve arayış olması bile tuhafsanır bir durum. Ne yazık ki öyle. Hayata ve yola dair seçenekleri kalmıyor. Sadece belli dar alanlı bir bakış ile soluk alıp veriyorlar. Üniversitelerin kampüslerinde, amfilerinde, toplantı salonlarında derin bir sessizlik. Soru sormayan, düşünmeyen öylesine bakıp duran bir topluluk.

1970’li yıllar ve sonrasında ideolojik çatışma ve gerilimlerde siyasa ve askerler çözümü ideolojisizlikte bulmuşlardı. “Aşk ve spor yap” bir slogana dönüşmüştü. Oysa her ne kadar çatışma ve gerilim var idiyse de bir fikir ve düşünce rekabeti vardı. Birbirlerine düşünce ve fikir üstünlüğü sağlama çabası vardı. O zaman kitap ve dergiler çok okunuyordu. Birbirlerini tanıma adına farklı ideolojilere ait eserler okunuyordu. Birbirlerinin fikirlerini çürütmek için yoğun tartışmalar oluyordu. Tabiî çatışma olmayan çevreler için bu geçerliydi.
Her kesimin sığınakları vardı.

1980 resmi devlet ideolojisi amacına ulaştı. Sadece işlerine geldiği konularda ve yönelimlerle hamasetle bir yerlere düşüncesiz ve amaçsız sürükleniyor gençlik ve hatta insanlık. Üretim alanları daraldı. Yerli sanayi çöktü. Atölyelerde imalatlar yapılmıyor artık. İlkokulu bitiren bir üst okula devam edemeyince bir atölyeye gider çırak olur, zamanla ustalaşır ve hatta iş sahibi olurlardı. Lise ve meslek liselerinden mezun olanlar, mutlaka iş bulurlardı. Üniversite mezunu olmak ise başlı başına başarıydı.

Bugün tam tersi bir durum söz konusu. Sözünü ettiğim yıllarda bir kentte lise düzeyindeki okul sayısı çok fazla olmazdı. Elâzığ’ı örnek verirsem: İki düz lise, bir imam hatip okulu, bir erkek sanat okulu, bir kız meslek lisesi, bir kız öğretmen okulu vardı. Bugün bir kentte mutlaka bir üniversite var. Fakülte, yüksekokul sayısı yirmiyi aşkın olur. Eğitim düzeyi eski liselerinki kadar neredeyse.
Bir toplantıda konferans veriyorsunuz, dolu olan salondaki öğrenciler öylesine dinliyorlar. Soru sorma, not tutma, dikkat yoğunluğunu hak getire.Diplomalarını alıyorlar bir baltaya sap olamıyorlar, evlerine kapanıyorlar. Bilgisayarların başında ömür tüketiyorlar ve hatta giderek köreliyorlar. Amaçsız, ilkesiz, günü sadece soluk alıp vermekle geçiren bir hayat yaşanıyor. Eğer buna hayat denilecek ise.
Devlet denen kurum ve üst yöneticilerde -hangi siyasal kesim olursa olsun fark etmiyor- partizanca bir tutum ile sadece mensuplarına iş alanı açıyorlar. Topluca bir sınav yapılıyor fakat bu sınavın da bir anlamı ve geçerliği yok. Uydurma bir mülakat ile yandaşlık ve tarafgirlik ölçü alınıyor. Hak ve yetenek kesinlikle ölçü olmuyor.

Zihni refleksleri kendinde olmayan bir gençlik. Savrulan, sürüklenen ve kapılan bir gençlik veya insanlık oluyor. Bu, büyük bir sendroma neden oluyor. İdealsiz, düşüncesiz, fikirsiz kof bir gençlik.

İstediğine kavuşamayınca giderek içe kapanıyor.

Gençlik enerjidir, çabadır, azimdir, gelecektir, umuttur. Arzulanması gereken de budur. Acı çeken, dert ve dava sahibi olan bir gençlik. Geleceğin gençliği.