İçinde yaşadığımız çağda, yaşanmış bir geçmişten belirsiz
bir geleceğe uzanan hâl içinde bütünüyle huzursuzuz. Bu huzursuzluğun
temelinde, dünyada cereyan eden olaylar karşısında nasıl bir tavır takınmak
gerektiğine bir türlü karar veremeyişimiz, arada kalmış bir insanın hissiyatına
sahip oluşumuz ve yüzyıllardır süren şaşkınlığımız yatıyor. Sanki bir kapının
eşiğinde kalmış, ne geçmişten vazgeçebiliyor ne de geleceğe güvenle
uzanabiliyoruz. Gerek iç dünyalarımızda, gerekse dış dünyaya dâhil olduğumuz
her yerde mutlak bir kargaşa ile karşı karşıya kalıyoruz. Galiba bunda en büyük
pay; hafızasını kaybetmiş, ne yapacağını, nereye gideceğini bilmeden fasit bir
döngü içerisinde, mağlubiyet psikolojisi ile her şeye eyvallah deyişimizdedir.
Tarihini, tecrübelerini unutmuş bir toplum sağlam bir
duruşa sahip olamaz, yaşadığı hayata da hâkim olamaz. Ki olamıyoruz da çünkü
asıl yapılması gerekenleri yapmıyor, sadece zevahiri kurtarmanın peşine
düşüyoruz. Asırların biriktirdiği büyük tarih tecrübesiyle ilgili bir bakış
açısı geliştirmek ve yaşadığımız kültür şokunun sancılarını ortadan kaldırmaya
yarayacak zerre kadar bir bilginin peşine de düşmüyoruz. Zahmetli olanla, emek
isteyenle irtibatımızı oracıkta kesiyoruz. Bilmediğimiz, anlamakta zorluk
çektiğimiz her şeyi yok sayıyor hatta düşmanı oluyoruz.
Birbirinin kopyası davranışlarla, söylemlerle beyhude
geçen bir zamana tanıklık ediyoruz. Çizilen çizginin içinde kalarak sadece
cılız tepkimelerle varlığımızı hissediyor, kendimizi avutuyoruz. İçinde
yaşadığımız çağın problemlerini hep dışımızdaki etkenlere bağlayarak,
üzerimizdeki mesuliyetlerden sıyrılmaya çalışıyoruz. Sorunların bizim
zaaflarımızdan kaynaklanabileceğini aklımızdan bile geçirmiyoruz. Çünkü dünyada
olup biteni sorgulayacak eleştirel ve seçici bir dikkate sahip değiliz. Bu
eksikliğin giderilmesi için, bir gayrete de sahip değiliz.
Nitelikleri, niceliklerin şehvetinde boğuyor; derinliği,
yüzeydeki yansımalara feda ediyoruz. Küresel güçlerin büyük tiyatro
gösterisinde bize düşen figüranlığa tamah ediyor, bundan da zerrece
gocunmuyoruz. Gündelik yaşamanın üç yüzyıldır bir faydasını görmemiş bir
toplum; bugün gündelik yaşamaktan, anlık yaşamaya düştüğüne göre time line
hakikati ne fayda sağlayabilir Hangi geleceği inşa edebilir Hamasetin,
yalanın ve riyanın gölgesi mecburiyetlerle birleşince her şey birbirine
benzemeye başladı. Özgün olan her şey hızlı bir bozulmaya uğradı. Uzak geçmişin
derinliklerinden, yakın geçmişin özlemlerinden sıyrılıp; dünü bugünü doğru
düzgün tahlil edip, eleştirip, çözümleyip, açıklayabilirsek işte o zaman önemli
bir mesafe alabiliriz.
Bugün bizi tarif edecek bir özelliğimiz yok. Çünkü
ilkelerimiz, inançlarımız konjonktüre göre şekilleniyor. Hiçbir şeyi sonuna
kadar götürecek iradeye, dirayete sahip değiliz. Çünkü aptal bir melankolinin
kollarında yaşıyoruz. Hür değiliz çünkü zulümlere sessiziz. Elmalı merhum,
Zulüm, bir şeyi kendi yerinden alıp başka bir yere koymak; bir şeyi, bir
kimseyi amacı dışında kullanmak veya bir hakkı sahibinden alıp bir başkasına
vermek olarak tarif ediyor. Bugün insanları, hakları hukukları kim belirliyor
Kim söz sahibi Ve bunun karşısında korkusundan veya stratejisinden, konumundan
dolayı inançlarını kim paranteze alıyor. Bu derin sessizliğin sebebi ne Neyin
bedeli bu Neden hiçbir acı bizi silkelemiyor, neden hiçbir kayıp bizi
sarsmıyor Yoksunluğuna feveran ettiğimiz maddeler, erkler kadar hakikatin,
adaletin yokluğuna neden en ufak bir hareketimiz olmuyor
Eskiler Bir âlimin ölümü, surda gedik açar. derler.
Açılan gedikler korkutucu bir hal alıyor. Motiur Rahman Nizami nin şahadetinden
sonra Bangladeşli Burhan kardeşimin, Abi, hiç âlim kalmadı. endişesinin
yarısını bile duymuyoruz. Çünkü oyunun içindeki nesnelerden başka bir şey olmak
istemiyoruz. İnsanı insanlıktan alan aymazlıktan, ahmaklıktan diğerine geçmek
için edindiği yük; altın olsa, keskin kılıç olsa, geri dönülmez fermanlar yazan
divit olsa ne yazar. Düşünmedikçe düşüyoruz, düştükçe sefilleşiyoruz. Ne de az
aklediyoruz! Hoşça bakın zatınıza
TAŞ GEMİ
Âşıksan eğer deli ol baştanbaşa derin ol deli ol gönlüm
Ruhundan alev gibi neşen taşa, ateş ol, ateş ol, ateş ol
gönlüm
Madem ne gün ayık olsan gamlanıyorsun
Etrafta olanları geç, boş yaşa, sarhoş yaşa sarhoş yaşa,
ömrüm
(Ömer Hayyam/Rubai)
NOT: Bu hafta, bir albüm var. Vedat Sakman ın Odada
İkimiz albümünü dinleyebilirsiniz. Şiir in notalarla naif dansına sizde eşlik
edecek ve Vedat Sekman müziğini seveceğinizi düşünüyorum. Biraz Rilke, biraz
Cibran, Biraz Hayyam belki FuruğFerruhzad şiiri düşer payımıza, bir de güzel
bir icra
Not: Emel Ağdağ ın, Ev Hali ismini verdiği kitabı MGV
Yayınlarından çıktı. Emel Ağdağ, aileyi, aileye ait bütün meseleleri, Behçet
Necatigil in Evin Halleri şiirindeki gibi ince ince işliyor. Bu kitap evlere
yeniden bakma, içe bakma imkânı verecek; aynı zamanda nakış nakış örülen
yuvaların bereketini, modern insana tekrar hatırlatacak. Bu bakımdan okumak,
bize iyi gelecek.
Bize Kadar
1- Kendini bilen, bilmeyenin kusuruna bakmaz. der, bu toprağın sesi, rahmetli Neşet Ertaş.
2- G. Garcia Marquez, Yaşlandığımız için hayallerimizi
bırakmıyoruz, hayallerimizi bıraktığımız
için yaşlanıyoruz. der.
3- P. Bourdieu, Gençlik sadece bir kelimedir. demiş.
Haklı, unutma! Geçecek.
4- J.D. Salinger, Burada gürültü öylesine arttı ki ne
düşündüğümü bile zar zor duyabiliyorum der.
5- İbrahim Veli, İdare, ilim ile iradedir. İlim yerini
zanna bırakırsa zulme dönüşür. der.
6- Sedat Aktaş, Yalnız/ atlarını cana yakın bulduğumuz
kentlerde;/ yelelerinden öpüp çıkmamız gerekirken,/ kaplumbağaları uçuramayıp,
atları da vurur hale geldik. diyor.
7- Bu hafta istersen, Selçuk Küpçük ün Granada
Yayınlarından çıkan kitabı Yüzleşmenin Kişisel Tarihi ni okuyabiliriz. Selçuk
Küpçük, birçok şapkayı birlikte taşıyan, çok yönlü bir sanatçı, sesindeki
naiflik gibi kalbi de, kalemi de bir o kadar naif Okunur, dinlenir, sohbet
edilir.
DAĞARCIK
İnsan düşüncesinin geçtiği yolları izlemek için
papirüslerin esrarını çözmeye gerek yok. Üç bin yıl önceki düşünceler yanı
başımızda adeta onlarla çevriliyiz.
(Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde)
TEKKE
Batı, önce düşünceyi formatlıyor. Yani Türkiye de
ekonomik, siyasi ve diğer alanlarda belli bir kesimin dışında hemen hemen her
konuşan insan Batı nın formatladığı düşünce yapısına göre konuşuyor. Önce
düşünceden başlıyorlar formatlamaya Sonra onu getiriyorlar ve herkes o bakış
açısıyla bakıyorlar meselelere. Bu bir formatlama. Mesela üretim faktörünü,
formatlara bir örnek olarak vermek istiyorum. Globalleşme, küreselleşme işte
bu kaçınılmaz bir şey. diye söyleniliyor. Fakat özellikle iktisadi alandaki, ekonomik alandaki küreselleşmenin
kaçınılmaz olduğu söyleniyor, belki doğru. Küreselleşme derken aslında ekonomik
alanda, ekonomik faktörlerin bütününde, bütünün serbest dolaşması lazım. Ama
Batı nın tavrına bakıyoruz. Batı şimdi Harcı âlem mallarda sınırlarınızı açın,
sermayede sınırlarınızı açın. diyor. Hiçbir koşul getirmeyin. diyor. Ama
öbür tarafta emeğe gelince, emeğin serbest dolaşımına gelince, duvarlar örüyor.
Bununla Türkiye ye de baskı yapıyor. Bütün dünyaya, Siz, göçleri önleyin ve
üstelik bununla ilgili yasayı da değiştirin, daha da ağırlaştırın cezaları.
diyor, Öte yandan nitelikli bilgi ve teknolojiye gelince orda da sınırları
kapattırıyor. Başka ülkelere de baskılar yapıyor. Siz geliyorsunuz, nükleer
teknoloji almak istiyorsunuz kendiniz için, hayır alamazsın diyor. İşte tüm
bunlar Batı nın formatladığı düşünce kalıplarıdır. (Rahmet olsun. Bahri Zengin den tadımlık )