Bu konu başlığı, alışılmışın dışında hatta garip olarak bile algılanabilir. Çoğunluk, “zaman yönetimi” ifadesinin kulağa daha hoş geldiğini ve daha uygun olduğunu düşünebilir. Ama işin aslı, zamanı yönetmenin kimsenin elinde olmamasıdır; kişi ancak zamanın içinde kendini yönetebilir. Zamanı bir dakika ileri veya geri alamayanlar, asla zamanın yöneticisi olamazlar.
İşin felsefesinden ziyade zamanı israf etmeden en verimli şekilde kullanmanın derdine düşmek gerekir.
“Asra yemin olsun ki hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak inanıp salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asr Sûresi, 1-3)
Mehmet Akif’in ifadesiyle:
Hâlık’ın nâmütenâhi adı var, en başı Hak. Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak! Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım, derlerken, mutlaka Sûre-i “ve’l-Asr”i okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh: Başta imân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh, sonra hak, sonra sebât. İşte kuzum, insanlık... Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık!
Rivayet edilir ki Sahabe-i Kiram bir araya geldiğinde, birbirlerinden Asr Sûresi’ni okumadan ayrılmazlardı. Bu neyi ifade ediyor acaba? Asr Sûresi’nde, iman ehlinin bütün hayatı boyunca uygulayacağı metotlar vardır. Yeter ki bu sûreye bir ibret nazarıyla bakabilelim.
Bu manada İmam Şâfiî, “Allah, sadece Asr Sûresi’ni indirmiş olsaydı, bu, kullarına hüccet olarak yeterdi” sözüyle bu sûredeki prensiplerin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.
Asr Sûresi’nde ifade edilen; zamanı en iyi şekilde kullanma, hakkıyla iman etme, imanın gereği salih ameller işleme, hakkı tavsiye edip hakkı kabul etme ve gereği gibi sabredip sabrı birbirine tavsiye etme ilkeleri, bu hayatta başarılı olmanın formülü ve ahireti kazanmanın yol haritasıdır. Daha kısa bir ifadeyle, DÜNYA VE AHİRETİN KURTULUŞ REÇETESİDİR.
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de sabaha, kuşluk vaktine, ikindiye, geceye, gündüze, güneşe ve aya yemin etmektedir. Zaman ve zamanla ilgili kavramlara yemin edilmesi, zamanın ne kadar büyük bir nimet olduğunun ilanıdır.
“Andolsun fecre ve on geceye.” (Fecr, 1-2)
“Andolsun Güneş’e ve onun kuşluk vaktindeki aydınlığına, onu izlediği zaman Ay’a.” (Şems, 1-2)
“Andolsun (karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman geceye ve açılıp ağardığı vakit gündüze.” (Leyl, 1-2)
“Asra yemin olsun ki...” (Asr, 1)
Bu ayetlerde gözden kaçırmamamız gereken husus, Allah’ın (c.c.) bir zaman dilimine yeminle başlamasıdır. Çünkü yalnızca kıymetli şeylere yemin edilir. Peki, bu değerli zamanı Allah’ın rızasını kazanacak şekilde en iyi nasıl değerlendirebiliriz? Zaman nimetinin şükrü, onu israf etmemektir. İsrafın en çirkini ise zamanı israf etmektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), zaman nimetinin önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu (onların kıymetini bilme noktasında) aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak, 1; Tirmizî, Zühd, 1)
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (Kıyamet, 36)
Evet, bu ayete dikkat kesilmek lazımdır. Gökyüzü bizi gölgeleyip yağmur yağdırırken, altımızdaki yeryüzü bizi barındırıp bize türlü bitkiler ve gıdalar çıkarırken, dağlar bu dünyayı birer direk gibi ayakta tutarken, insan başıboş bırakılacağını mı sanır?
“Ey insanlar ve cinler topluluğu! Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman Sûresi’nden)
Evet, evet... İnsanoğlu gayesiz ve başıboş yaratılmış değildir.
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)
Rabbimiz, bütün bu nimetlerin içinde bizi, O’na layıkıyla kul olabilelim ve kulluğun zevkini tadabilelim diye yaratmıştır. Allah’ın istediği budur. O, bizden rızık istemiyor; rızkımızı bize zaten O veriyor. O, bizden yalnızca kendisine kulluk etmemizi istiyor.
“Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 99)
Lokman Hekim, oğluna şöyle der: “Oğlum, sakın ha Allah’ı ve ölümü unutma!” İnsanı bir damla sudan yaratan, yeri, göğü ve her şeyi insanlığın emrine veren Allah nasıl unutulur ki? Ölümü nasıl unutabiliriz ki?
Allah’ın Resulü ne güzel buyurmuş:
“Kıyâmet günü kul, beş şeyden hesaba çekilmedikçe bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve ilmiyle ne gibi ameller işlediğinden.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1)
Elbette bize verilen nimetlerden sorguya çekileceğiz. Düşünüldüğünde insanın beynini çatlatacak kadar şiddetli bir ayet-i kerime:
“Rabbine andolsun ki, biz onların hepsini yaptıklarından dolayı mutlaka sorguya çekeceğiz.” (Hicr, 92-93)