Yürümek…
Bir adımda geçmişin s-olgun hatıralarını,
Diğer bir adımda geleceğin puslu ihtimallerini taşımaktır.
Toprağın sessiz dili vardır;
Bir çatlak, bir kuru yaprak, bir taşın yerinden oynayışı —
Hepsi, zamandan arta kalan hikâyeleri fısıldar insana...
"Burada bir zamanlar bir soluk, bir umut, bir yürek vardı"
der, rüzgârla savrulan bir iz gibi...
Yürümek,
Bazen susmanın değil,
Susarak anlatmanın en eski yoludur.
Sözün kifayetsiz kaldığı yerde başlar,
İnsanın kendini en çok duyduğu o iç sessizlikte büyür.
Ayakların toprağa değdiği her an,
İçinde başka bir kapı aralanır —
Bilmediğin bir sen, adımlarının ritminde görünür olur.
Bir patika çıkar karşına;
Ne tabelası vardır ne haritası.
Yokuşlar seni sınar,
İnişler içinde saklı olan derinlikleri açığa çıkarır.
Bir ağacın gölgesi,
Bir kuşun anlık ötüşü,
Bir kayanın yamacındaki otlar…
Hepsi fark ettirmeden öğretir sana:
Yol yalnızca gidilen yer değil,
İçinden geçilmesi gereken sert bir iç iklimdir.
Durduğun yerde düşünürsün:
"Neden yürüdüm, nereye varmak istiyorum?"
Cevap yoktur belki, ama sorular artık daha gerçektir.
Ayakkabıların yıpranır, derin çizikler oluşur derisinde,
Ama içinde bir şey sessizce büyür —
Adını koyamadığın bir bilgelik belki,
Belki de sadece, kendine biraz daha yaklaşmanın dinginliği.
Bazen kimsenin olmadığı bir yolda yürürsün,
Sadece rüzgâr eşlik eder sana.
Bazen bir omuz yanına yanaşır,
Ama yol yine de senin iç yolculuğundur.
Çünkü yürümek,
Kalabalıklar içinde bile,
En çok da insanın kendine varma biçimidir.
Kendini adım adım aradığı,
Ve belki de hiç tam bulamadığı eşsiz bir iç serüvendir.