Yaklaşan seçimle ortalık savaş yeri.
Sokağa çıktım ama tedirginlik had safhada.
Hani insanın kulaklarını kapatıp kaçası gelen bir kaos ortamı.
Yollarımız bir vesile ile kesişen, yaşlı bir kadını ziyaret idi; maksadım.
Hem yaşlı, hem de felçli eşine bakan mübarek bir hanımdı.
Evi tertemiz, hastasına şefkatle bakan bu seksenlik teyzenin yanında huzurlu bir saat geçiriyorum.
Teyzenin kızı elli yaş kuşağından, o da suyun öteki yakasından annesinin misafirlerini ağırlamak için gelmiş, temiz bir Anadolu insanı.
Fakat bu genç sayılabilecek hanımdan, o gün hayatımın en komik önerisini aldım.
Aslında komik de değil, trajik.
Ağlanılacak kadar acıklı.
Elli yaş genç bir evredir, seksenine göre.
Ama bu çağda, bu modern dünyada şaşırıp kaldım.
Teyzenin kızı elinde bir tesbih durmadan dua okuyor, güzel elbet bu kadar takva sahibi olmak.
Fakat bir ara bana gayet masum, ne dese iyi.
“Siz yazarsınız, ben evde takvim yapraklarını biriktirdim, arkasında çok değerli hadis-i şerifler var, atamıyorum, size versem de bir kitap yazsanız.”
Dondum kaldım.
Kadına kitap yazmanın ne kadar zor olduğunu mu anlatsam, takvim yaprakları ile kitap yazılamayacağını mı izah etsem, kitap yazmak gibi harlı bir eylem için değil takvim yaprağı, milyarlarca liralık kaynak kitap aldığımı mı söylesem.
Ama şok oldum.
Bu zamanda, bu modern çağda, tarih öncesini yaşayan bu saf kadıncağıza bakakaldım.
Ah televizyon, sen bu insanları nasıl cahil bıraktın mı deseydim.
Yoksa şeyhlere mi sitem etseydim.
Ellerinde tesbih, binlerce zikir ile her bir vazifeyi ikmal ettikleri telkini verdikleri bu masum halkın vebalini nasıl ödeyecekler acaba.
İlmi hep öncülleyen Peygamberimizin; “İlim Çin’de de olsa gidip alınız”, “İlim kadın erkek herkese farzdır”, “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz”, “Fıkhı öğreniniz, cahiller gibi ölmeyiniz” öğretisinden uzak ümmetin haline ağlanır ancak.
İlim talebi zor olduğu için mi insanlar tesbihe sarılmış.
Yıllar önce böyle bir şeyhe sevdalı değil, kara sevdalı hanım, her gün binlerce vird çekmekte idi.
Bir ara onu kırmadan, şu kitapları okuyunuz diye öneride bulundum.
Kadın gayet cüretkâr: “Bize kitap gerekmez” dedi, “niçin” diye sorduğumda, “Bizim şeyhimiz bize yeter, kitap okumuyoruz” demişti.
Bir şok da o gün yaşamıştım.
Benim bu kadınla anım, tam 25 yıl önce idi.
Demek ki durum daha vahim bir hâl almış ki, kadınlar haftada iki gün kendi tarikat toplantılarına katılıp tesbihat yapıp ellerini silkelemekteler.
Kadınlar günü kutlayan derneklere acil tavsiyem, lütfen bağlılarınıza, üyelerinize kitap listeleri çıkarın, dağıtın, durum feci.
Git bir derneğin çatısı altında kabaniçeni giy, tak takıştır, sür sürüştür, falan teşkilat adına koştur, üye yap, konuşmacı ayarla.
Ya sonra.
Karşımıza, takvim yaprağı sunacak kadar kara cahiller çıkmakta işte.
Derneklerin, sivil toplum örgütlerinin bir amacı da insan yetiştirmek olmalı.
Bir kadınlar gününde, bir acı da facebook sayfalarında.
Yaptığı yemeği, pastayı, poğaçayı paylaşan zavallılar.
Dünyayı dikimhane, yemekhane, kabal pazarı sananlar.
Birincisi, o yemeği yiyemeyen yoksulların gözüne sokmaktasın para ve emek isteyen lokmaları.
İkincisi, okuyup öğrenme vaktinden çalan bir hırsızsın.
Yüreğin varsa, okuduğun kitabı paylaş.
Alıntı satırları sür namluya.
Atacak kurşunu olmayan kadınların, içli köfteleri namluya sürmesi acınacak bir durum.