Yönetmek ve kazanmak…

Abone Ol

Hemen her gün, değişen bir sürü şey oluyor…

Savaşlar, kazandıklarımız, kaybettiklerimiz…

Siyasi başarılar ya da başarısızlıklar…

İnandığımız değerlerin yükselmesi veya düşüşü…

Dostlarımız ve sevdiklerimiz ile yollarımızın ayrılması…

Peki, ne yapmalı ve ne düşünmeliyiz? Üzülmeli miyiz veya ümitsizliğe mi düşmeliyiz?

Yönetmenin ilk şartı, dava sahibi olmaktır. Yoksa yönetmenin kriteri kazanmak; yönetememenin kriteri ise kaybetmek değildir. Veyahut da yönetmek, birilerini etrafında toplamak da değildir sadece. Yönetmek, bir dava uğruna, sabırla yolunda yürümeye ve peşinden birilerini sürüklemeye devam etmektir.

Yönetmenin bir diğer göstergesi ise, etrafında kendisine inanan insanlar olmasıdır. Bu inananların sayısı asla önemli değildir. Önemli olan, bu insanların inanması ve her durumda yanında yer almasıdır.

Bu durumda kalabalık da, etrafımızda birilerini toplamak da arızi şeylerdir diyebiliriz. Birileri gelir, birileri gider. Bir ordu mağlup olur ama diğer ordu kazanır. Veya Mevla bizden bir orduyu alır ama başka ordular nasip eder. Öğrencilerimiz ve takipçilerimizi kaybederiz ama yerine daima yenileri gelir. Yeter ki biz, yolumuzda yürümeye devam edelim.

Bu durumda inananların daima yanında olması da önemli değildir. Asıl önemli olan, daima inanan birilerinin olmasıdır. 

Peki, kaybetmek ve kazanmak nedir? Dava sahibi insan (bu dava; ekonomik, siyasi veya ilmi ya da başka bir şeyde olabilir); meseleye ticaret olarak bakmalıdır. Ticarette kâr ve zarar uzun vadelidir. Kısa vadeli olanlar ise gelir ve/ya giderdir. Yani dava sahibi insan; kaybettiği tüm olay ve değerlere, GİDER; kazandığı tüm her şeye ise GELİR olarak bakmalıdır. Bu durumda örneğin ticarette 1 milyon TL kaybeden kişi (şayet kusur ve ihmali yoksa), bu kaybı kayıp olarak değil de masraf olarak görmeli yani ticaret yaparken mevcut halden 1 milyon TL daha fazla giderinin olduğunu hesap etmelidir. 

Peki ya KÂR nedir? Dava uğrunda elde edilecek kısa vadeli kâr; tıpkı ticaret gibi mevcut hayatını devam ettirmektir. Nasıl ki insan ticarette kazanır ve kaybeder. Ama bu esnada yer, içer, evini arabasını alır veya başka yerlerde harcar. Velev ki sene sonunda elinde hiç para kalmasa da bu tüm harcadıkları onun kârıdır. Dava için de durum böyledir. Dava sahibi kimse; tüm başarılarını gelir veya girdi, tüm başarısızlıklarını da gider veya masraf olarak görür. KÂRI ise davasını yaşaması, yaşatması ve bazılarını bu davasına ortak etmesidir.

Uzun vadeli kâr ise ahrettedir. Yani asıl kâr veya zarar mahşerde ortaya çıkacaktır. Bu durumda dünya hesabı geçicidir veya ara dönem hesabıdır. Asıl hesap ise mahşerde kesilecektir. 

Peki ya karşılaşılan zorluklar ve sıkıntılar ne olacaktır? İnsan, inandığı dava uğruna karşısına çıkacak olan her türlü aksaklık ve probleme, İŞ olarak bakmalıdır. Yani nasıl ki bir şirketin rutin ve olağan dışı işleri varsa; nasıl ki bir şirket, olağan işler haricinde çıkan her problemi de bir iş olarak kabul edip çözmeye çalışıyor ise; dava sahibi insan da karşısına çıkan sorunları, işi olarak benimsemeli ve bunlarla ilgilenmelidir. Sorunları, gereksiz veya angarya görmek yerine bunları işin bir parçası olarak görmek gerekir. Ya da daha güzel bir tavır da; sorunları, örneğin kalorifer tamiri işini alan birinin daha sonra duvarda veya zeminde ya da başka yerlerde de tamire ihtiyaç olduğunu görmesi ve tamir işlerini de almasıdır. Bu durumda kalorifer tamiri işini alan kişi ya da şirket; karşısına çıkan diğer tamir işlerini problem ya da moral bozukluğu olarak değil ticaret ve gelir olarak görecektir.

Yani her çözdüğümüz problem, sevabımızın artması demektir. Her hallettiğimiz mesele de bizim hem dünyada insanlar nezdinden hem de ahrette, derecemizin artması için birer vesiledir. 

Yani durmak yok…

Yorulmak yok…

Bıkmak ve şikâyet etmek yok…

Yılmak yok…

Ümit kesmek yok…

Zira ihlası muhafaza ederek davası uğruna gayret eden kimse için kaybetmek ASLA yoktur…

Bu yüzden Efendimiz (SAV) buyurmuşlardır. “Müminin her işi hayırdır” yani müminin yaptığı veya yapamadığı her işte kârı vardır.