Bu dünyadaki en güzel en anlamlı eylemimiz ve hatta en insani olanı okumak olsa gerek. Çünkü her şey, Hz. Âdemin esmayı anlamlandırması ile başladı. Ondandır ki ilk kez bize ulaşan emir de “Oku!” olmuştur. İnsan okuma eyleminin hem öznesi hem de nesnesidir. İnsan, kendini okuyabildiğince insandır. Okudukça da insanlığı ziyadeleşir. Kemal bulma yolunda ilerler. Öyle ki bu dünyada karşılaştığımız her durum, her şey bir okuma parçasıdır. Gözümüzün eriştiği, gönlümüzün gördüğü her şey okunmak içindir. Aslında her şey kendini anlatır bize; dudakları uçuklatacak manzaralar, yeryüzünün birbirinden harika şekilleri, gökler, yerler, denizler… Başkalarının yüzlerinde, fiillerinde birçok anlatı bizi bulur; yakalar, sarsar ve kendimize getirir. Öyle ki oluşturulan imgeler, duygular kelimelerle bizlere eşlik eder. Kalem yazar, gönül okur. Ve okunan her şey yaşantıya dönüşür.
Hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatlarını okuruz. İçimizin sınırlarını aşar, dışımızın sınırlarının ötesinde dolaşırız. Diğer toplumlara, uzak coğrafyalara ulaşırız. Onların hayatlarına dokunur, gülmenin ve hüznün bütün coğrafyalarda aynı izdüşümüne şahit oluruz. Bir Latin’le birlikte dünyadaki adaletsizliği, eşitsizliği paylaşabilir; bir Afrikalı ile sömürünün, tahakkümün yoksun bıraktığı sofraya oturup o garibanlığa paydaş oluruz. İyice baktığımızda gözümüzde güzellikler artar, gönül inceleşir; zarafetle, merhametle, adaletle, ahlakla cilalanır. Sonra etrafımızı güzelliklerle tezyin eder; güzeli, iyiyi ve faydalıyı, hikmetliyi hâkim kılarız. Bir de okudukça fark ederiz ki bizi bir arada tutan, düzelten, anlamlı kılan şey kelimelerdir. Kelimeler, bize içimizi; bize, varlığı ve varlığın sahibini gösterir. Onunla irtibata geçmeyi, konuşmayı öğretir. Bize, bizi anlatır; kendini tanıtır ve bizimle konuşur. Pişmanlıklarımız, kalbimizi cendereye aldığında gözyaşları ile yazdığımız özür dilekçemizle, kendimizi O’nun merhametine, affına bırakırız.
Bizler, inanmak için de kelimelerden yardım alırız. Çünkü kelimeleri, yaşantımızla; yaşantımızı, kelimelerimizle eşitleriz. Böylelikle bütün yaşantımızdan yansıyan kelimeler, bizi başka yaşantılara hazırlar. Kelimeler havuzunda, yaşam denen hikâyeyi yazarız. Her okuyanın, her okuyuşta yeniden biçimlendirdiği anlam dünyalarına yolculuk ederiz. Bazen de kendi öykümüzü anlatırız veya anlatılan bir öyküde kendi öykümüzü yakalarız. Çünkü hayatın öyküye döndüğü yerde etrafımızı saran karanlık yavaş yavaş dağılır ve bir ışık, bir çıkış yolu gelir bizi bulur. Bazen insanlar gitmek isterler, çünkü içinde bulundukları fanus onları kuşatmıştır. Dar bir çerçevede iki boyutlu bir resim gibi sıkışıp kalınmıştır. Bütün görebildiğin ufuk çizgisidir ve çıkış için gitmeyi istemek en kısa yoldur. Can Yücel’in mısralarında ki gibi “Her bahar gitmek isterim/ gittiğim olmadı hiç./ Ama olsun…/ İstemek de güzel.” İstemenin güzelliğinde bir teselliye tutunduğunda birden kelimeler gelir yetişir imdadına ve elinden tutup seni serin suların başına, yıldızlı bir gökyüzünün altına götürüverir. Okurken özgürleştiğini o içine hapsolduğun fanusu kırıp yepyeni coğrafyalara gittiğini, yeni insanlarla tanıştığını fark edersin. Dünyayı dolaşmanın kaynaşmanın yolu da buradan, okuyabilmekten geçiyor. Okudukça diller zenginliği seni zenginleştirir. Ve her dilin uzaklaşmak için değil yakınlaşmak ve kaynaşmak için yaratıldığını idrak edersin. Dillerin, kelimelerin kardeşliğinde kardeşliği yakalarsın. Kardeşim diyorsan, iddianı ispatla ve ayrıştırma!
Okumakla, düşünmekle korkuturlar çoğu zaman, sen korkma! Korkma, okumakla yoldan çıkmazsın; asıl okuyamadığında insan yoldan çıkar. Sana yol diye sunulan her karanlık, seni kaybeder ve kaybolursun. Hani benden okumak için soruyorsun ya! İşte sana söyleyebileceğim şeyler bunlardan ibaret. Ama biliyorum ki ne okursan oku önce kendini yani insanı oku. Merhametten, sevgiden, ilgiden, fedakârlıktan ve vicdandan oku! Hayatı oku! Ve hepsinden önemlisi uzun uzun kendini dinle, bilmek istiyorsan kendinden başla. Efendim, hallerimi böyle bir bir arz ettim. Hoşça bakınız zatınıza…
“En fazla farkında olan,
en fazla acı çekendir.”
(Mevlana)
Taş Gemi
“Geldim şu âlemi ıslah edeyim
Serimi meydanda gördüm sonradan
Zaman mahlûkuna özümü verdim
Sermayemden zarar gördüm sonradan”
(Sivaslı Noksani)
Not: Ali Ekber Çiçek’ten dinleyebilirsiniz.
Bize Kadar
1- Ramazan geldi ve veda turuna döndü, eskilerin ifadesiyle “Allah’ım, bir dahaki Ramazan’a da kavuştur bizi.”
2- Ramazanın getirdiklerini hemen kaybetmeyelim.
3- Bayramı sözde değil özde yaşayalım. İlk adımı atan biz olalım. Barışalım, sarılalım.
4- Kimseyi pencerede bekler halde bırakmayalım.
5- Selam ve tebessümle herkesi hediye yağmuruna tutalım, en paha biçilmez hediyeyi verelim. Samimiyeti ve sevgiyi verelim.
Dağarcık
“Yara en çok avucunun içindeyse sana aittir; sıkarsın avucunu canın yanar ama senden başka kimse bilmez neden acıdığını.” (J. Christophe)
Ortalıkta çalıma dolaşan iri adamlar gözünüze ilişir. O insanlar için Yaşar Kemal’in güzel bir sözü var: “İnsan, evrende cüssesi kadar değil, gönlü kadar yer kaplar.” Nihayetinde acılarımız, yaralarımız da gönlümüzün genişliği ile ilgilidir. Onun için yeryüzünün bütün acıları bizim acımızdır. Dünyanın bir başka ucundaki insan da bu toprağın insanı da aynı vicdan kanaması ile aynı acılara gözyaşı döker. Vicdanı suskun bırakmaz, yola düşürür Rachel’i ve tankın önüne getirir. Onun için yara derinde ise etkisi mesafe tanımaz. Ne mutlu yara sahibi olana!