Yoksulluğun Kurumsallaşmış Hali: Asgari ücret

Abone Ol

Ekonomik göstergeler bazen bir toplumun kaderini tek bir rakamda özetleyebilir. O rakam aslında ülkelerin gelişmişlik ve refah seviyelerini bize gösterebilir. Türkiye’de bu rakam çoğu zaman asgari ücrettir. Çünkü ülkede çalışanların büyük kısmı, emeğinin karşılığını tam da bu sınırdan alır. Bu sınırın altı yoktur; ama üstü de çoğu çalışanlar için bir türlü mümkün olmaz. Bu nedenle asgari ücret, sadece bir ücret politikası değil; bir yaşam biçimi oluşturmayı, bir sınıfsal kimliğin varlığını ve bir toplumsal gerçekliği ifade eder.

Devlet, bu ücreti belirleyerek en alttaki çalışanın insan onuruna yaraşır bir hayat sürebilmesini güvence altına aldığını iddia eder. Anayasa’nın 55. maddesi aslında güvenceyi vurgulamak için vardır. Fakat soru şudur: Bu güvence gerçekten var mı? Yoksa asgari ücret, yoksulluğun kurumsallaşmış hâli midir?

Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz, yükü emeğin üzerine bırakacak bir istikamette ilerliyor. Biraz önce bahsettiğimiz Anayasa’nın 55. maddesinin son paragrafı ücretin belirlenmesindeki kıstası verir. Orada asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulması gereğine değinmiştir. Ekonominin yükünü emeğin üzerine bırakma kolaycılığını tercih eden siyasi irade ile yüksek kârından fedakârlık etmek istemeyen işveren tarafının Anayasamızın bu maddesinde “ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulması gerektiği” ifadesi daha fazla önemsenmektedir.

Böylece hem işverenlerin yüksek kârından, hem de devletin vergi ve primlerden fedakârlık etmesine gerek kalmıyor. Asgari ücretli ise bu bakış açısının egemenliğinde kendisini asgari ücret düzeyinde bir yaşam alanına hapsediyor. Aslında bu ücret insanca yaşamın değil, hayatta kalmanın ücreti oluyor. Bu durum, emeğin toplumsal değerinin ne kadar düştüğünü gösterir. Emek, ekonomide üretimin temel gücü iken; toplumda çoğu zaman önemsiz ve kolayca vazgeçilebilir olarak görülebiliyor.

Emeğin ekonomiden hak ettiği payı alamaması toplumsal bir kopuşu da beraberinde getirmektedir. Ülkemizde asgari ücretli için bu ekonomik anlayış yalnızca cüzdanındaki parayı eksiltmiyor; gelecek duygusunu da kemiriyor. Biz buna umut erozyonu diyebiliriz. Her gün biraz daha aşınan, gözle görülmeyen ama ruhun derin yerlerinde hissedilen bir erozyon. Bugün geleceğine dair umut taşımayanların aidiyet duygusu zedelenmekte, yurt dışına gitme beklentisi umudun yeni adresi olmaktadır. Bu şekilde ekonomideki bu yabancılaşma hissi hem toplumsal hem de siyasi yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir.

Asgari ücret için bu ay komisyonlar kurulacak ve pazarlıklar yapılacak. Artış oranlarında Anayasa’nın 55. maddesindeki o ifade devreye girecek ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar artış oranında dikkate alınacak. Ama bu dikkat emeğin lehine değil, siyasi iradenin de rızasıyla işverenlerin lehine olacak. Asgari ücret artışları bu dalavereyi gizlemek için enflasyonun sebebi olarak gösterilmeye başlanacak. Sanki milyonlarca emekçi bu artışla hayat pahalılığından kurtulup refah içinde yaşamaya başlamış gibi. Oysaki asgari ücret çoğu zaman enflasyonun gerisinde koşan bir yorgun at gibidir. Ne kadar artırılsa da, hayat pahalılığı her seferinde bir adım önde olacaktır.