Kar yeniden başladı.
Benim sokağımdan zaten pek kalkmamıştı.
Dışarıda ağaçlar üşümekte.
Kediler, köpekler, kuşlar, karıncalar karınlarını doyurma
telaşında.
İnsanlar da onlardan fazla farklı değiller.
Bir kadın ormandan kırdığı iri bir ağaç dalını sırtına
vurmuş yokuşu çıkmakta.
Camiden çıkmış emekliler bir poşet dolusu halk ekmeği
bağırlarına kıymetli bir hazine gibi basmış evlerine dönmekteler.
Çok baba çocuğuna çikolata alamadığı için kahır dolmakta.
Muhtemelen çoğu evde çeneler soğuktan birbirine vurmakta,
buz kesen duvarları insanların nefesi ısıtmaya çalışmakta.
Bacakları varis ağrılarından şiş Döndü, bel fıtığına
aldırmadan apartmanların merdivenlerini silmekte.
Elleri pancar gibi kırmızı delikanlı yol inşaatında,
taşların dizelerini istiflemekte.
Kar, yoksulların nasıl ısınacağını dert edinmeden
yağıyor.
Soğuğa direnebilmek için ne yiyeceğini bilemeyen
yoksullar için kar, cehennemden daha yakıcı bir mağdurluğu getirmekte.
Elbet dünyada cenneti yaşayanlar da var.
Şahların, padişahların, şehzadelerin soyu tükenir mi
Bu kez ticaret arenasının ağalarında taç ve asa.
Hem de geçmişin mangalla ısıtılan saraylarından çok daha
lüks kâşane ve köşklerindeler.
Hisar ın yoksul ama terbiyeli gençleri de şaşarak
izlerlerdi, yalısında bir prensin hangi cennetleri ayakları ile teptiğini.
Sandallarının küreklerine asılıp gelir, şehzadenin
yalının bahçesinde yaptıklarına öykünmez ama içine tükürdüğüm dünya diye elemle
seyrederlerdi.
Sene seksen.
Şehzade hep Avrupa da, geldiğinde de daima yabancı
arkadaşları yanında olur; sırtını caddeye dönmüş, yüzünü denize çevirmiş
yalının içinde bile değil, bahçesindeki nadide heykeller arasındaki salıncakta
kahkahalar atarak eğlenen, ahlakı denize dökmüş yaşıtlarını, birinci izmariti
ağızlarında izlerlerdi muhitin yoksulları.
Şehzade de kendini çok ahlaklı bulurdu, zira Boğaziçi
aşiretinin bir önceki kuşağının daha beter hikâyelerini dinleyerek büyümüştü,
konken partilerindeki annesinden duymuştu; kim, ötekinin eşini kandırıp
yalısına kapatırsa, Zeus u tahtından indiren kahraman o idi.
Kışları, deniz kenarının soğuk havasından yukarılara kaçıp
denizi ve karları küçük bir tepeden konfetiler altında seyreden şahları bırakıp
yoksul ama tertemiz hayatları yüzleştirmeye devam edelim.
Hükümet kanadı arada yoksulların öfkesini, umuda
döndürecek haberler yaptırmakta:
Emekliye müjde üstüne müjde, seyyanen yüz lira zam ve
çıkan 3,8 oranındaki enflasyon altında emekliyi ezdirmemek için maaşlara yüzde
3,8 zam yapıldı.
Yaşlılığında fırından ekmek bile alamayan emeklilere,
halk ekmek büfelerinde biraz daha strese girmeden birkaç ekmek daha fazla alma
zammını hükümet müjde olarak duyurmakta, kimsenin de gıkı çıkmamakta, sosyal
medya başını kumlara daldırmış, en fazla beğenme tıklarını, mankenlere taş
çıkartan başörtülü kadınlara gönderme ile meşguldür.
Bin lira emekli maaşı olan yaşlılara müjde, hükümet
onlara 138 lira avanta vermiş, müthiş ödüllendirmiştir.
Açlık sınırının 2 bin lira olduğu bir ülkede emekli bu
müjdeli maaşla; kirasını öder, faturalarını yatırır, yiyeceğini içeceğini alır,
krallar gibi yaşar.
Dünya cennetleri hep cahûflara kalır.
Açlıktan ölme sınırlarına küçük bir kedi yavrusu gibi
mazlumlar bırakılır.
Sonra bir yerlerde yanık bir türkü yükselir: Adaletin bu
mu dünya .