Medyanın, gerek ülkemizde gerekse dünyada insanların zihinlerini biçimlemek, algıları değiştirmek, güçlülerin ürettiği siyaseti beyinlere yerleştirmek ve rıza oluşturmak için nasıl çalıştığını, iktidarların sesi ve borazanı gibi davranarak her şeye nizamat vermek için çabaladığını gündeme getiriyoruz.
Aslında hakkın, adaletin, güzelliğin yansıması olması gereken medya, bu şekliyle haklılara değil güçlülere hizmet eden bir dönüşüm mekanizması gibi davranmakta ve siyaseten güçlülerin emrinde kullanılan bir silah olarak karşımıza çıkıyor.
Çıkarılan tartışmalar, ortaya atılan sanal gündemler, kamuoyunun ağzına sakız yapılması istenen tüm konular medya aracılığıyla üretiliyor ve detaylandırılıyor. Mesela, bugünlerde insan hak ve özgürlüklerinin kıyım mekanizması olan 12 Eylül Anayasa’sının rafa kaldırılma çabası olan Anayasa tartışmaları yeniden gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Yeni anayasa Tayyip Erdoğan için değil, 86 milyon için. Benim adaylık derdim yok” diyor. Muhalefet ise anayasanın Erdoğan’ın üçüncü dönem başkanlığı için yapıldığı noktasında ısrarlı. Türkiye, gerek insan hak ve hürriyetleri, gerek din ve vicdan özgürlükleri bağlamında yıllardır demokrasi kavramının karanlık dehlizlerinde boğuşan, bu kavramları uzatılarak bazı kavramların kurbanı haline getirilen bir ülke konumunda değil mi? Demokratik hak ve özgürlükler anlamında hala sıkıntılar çeken, karanlık güçlerin ve mihrakların kullandıkları farklı manivelelarla demokrasiyi kendilerine göre eğip büktükleri bir ülke.
Demokrasi tam manasıyla Türkiye’de oturmuş bir rejim midir? diye bir soru sorsak; eminiz ki; Türkiye nüfusunun yüzde 70’i bu kavramın ülke gerçekleriyle bağdaşmadığını, bu kavramı birilerinin inisiyatifiyle bizlere ulufe olarak dağıttıklarını söyleyeceklerdir.
Demokrasinin azı da olmaz ilerisi de olmaz… Demokrasi, tüm kurum ve kurallarıyla yerli yerinde olması gereken, birilerinin tekelinde olmayan, birilerinin de bizlere ulufe olarak dağıttıkları bir yönetim biçimi ve rejim değildir.
Dikkatimizi çekiyor… Bu bağlamda yapılan tartışmalarda, “Ne yapalım en azından tartışalım? Konuşalım? Olacak mı olmayacak mı bakalım? Bu konu nasıl olsa olmazsa olmazımız değil” gibi bir hava estiriliyor.
Medya, çok sığ denizlerde bu tartışmanın gerçek boyutunu bizlere yansıtmadan, ülkemizdeki hazin demokrasi gerçeğini gündeme getirmeden, demokratik hak ve özgürlüklerimiz noktasındaki eksikliklerimizi yansıtmadan kendi kafasına göre tartışmayı sürüklemeyi yeğliyor.
Önce demokrasiyi tartışalım… Türkiye’de mevcut sistemin şimdiye kadar neden demokrasi üretemediğini, neler yapmamız gerektiğini tartışalım. Demokrasi dışı güçlerin ve ülkemiz demokrasisini paspas etmek için hazır olda bekleyen garnizon demokratlarının neden böyle heveskar davrandıklarını, bu gücü kullanmak için ülkemiz sosyolojik yapısında meydana getirdikleri arızaları tespit edelim ve tartışalım. Unutmayalım ki, 28 Şubat, sadece garnizon demokratlarının, askerlerin değil, sosyolojik olarak ülkemizde demokrasiyi paspas etmeye teşne medyasıyla, sivil siyasetiyle, sivil toplum örgütüyle çok katmanın eseridir.
Tartışmaktan elbette korkmayalım… Ama, her tartışmayı sırasıyla yapalım… Tartışılmaması gereken konuları gündeme getirip, vatandaşın kafasını da çorba yapmayalım…
Bu arada ülkemizde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtiğimiz günden bu yana Türkiye, bodoslama uçuruma sürüklendi. Demokrasi Erbakan Hocamızın deyimiyle demokratur yönetimine dönüştü. Erdoğan’ın istişareyi rafa kaldırdığı, etrafındakilerin, yandaş medyanın yanlışlarını söylemeye bile korktuğu sistem tam manasıyla bir otokrasiye dönüştü. Yandaş medyanın pohpohladığı, Erdoğan’ın “Aya uzaya çıkaracağız” dediği ekonomi ise yerle yeksan oldu. Vatandaş fukaralaştı, emeklilerin, asgari ücretlilerin, sabit çalışanların sofralarındaki ekmek küçüldü; herkesin evindeki tenceresinde dert kaynamaya başladı. Kurban bayramının adım adım yaklaştığı bugünlerde emekli, “Biz ancak kurbanın bacağını alırız. Ya da horoz, tavuk keseriz, ona da hocalar fetva verirse” diye isyan ediyorlar. Kurban pazarları boş… 22 bin 104 lira alan asgari ücretlinin kurban hissesine girebilmesi de küçükbaş kurban alabilmesi tamamen hayal! Ekabirler 3-5 maaş yerden maaş alarak ceplerini dolduruyor, vatandaşlar ise açlıkla terbiye ediliyor. Ne diyelim, “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin… Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyin”...