AKLINA YATMADI AMA
YİNE DE ANLATMADI
Gazetemizin internet sitesinden aldım haberi: “Böyle ekonomi yönetimi olur mu?”
Haberi hazırlayan arkadaşımız, okuyucularını, bizim halimize benzetmek istemiş başlığı okuduklarında.
Bir zamanlar “Domates, biber, patlıcan” şarkısının ünlendiği ülkemizde, bugün de “Domates, biber, patlıcan” satışlarının ünlenmesi konu ediliyor sanmıştık.
Halbuki öyle değilmiş.
Muradı başka imiş, üstünden haber üretilen meclis insanının. Hatıralarına takılıp kalmışmış.
TV5’de, yayınlanan “Kulis Ankara” programının misafiri A.latif Şener, geçmişindeki R.T.Erdoğan birlikteliğini sorguluyormuş haberin aslında.
“Falan müteahit ödeneğini aldı mı? Falan işadamı şu işi aldı mı?”
Beş yıl, rakamla da yazarsak 5 yıl Başbakan yardımcılığı ve Ekonomik Koordinasyon Kurulu Başkanlığı yaptığı o AKP hükumeti günlerinde Başbakan Erdoğan’ın, bulunduğu toplantılardaki halini ve tavrını anlatmış yukarıdaki soru cümleleriyle.
Beş yıl vurgusunu özellikle yaptık. Bir insanın, ki bu, devletin para ile alakalı koltuklarındaki yetkilidir, beş yıl sabrının (bizim aklımıza gelen) iki sebebi olabilir.
Bir: Tecrübesi yoksa, ilk defa ve zembille inmişse, işlerin öyle yürüdüğüne inanır ve aldırmaz.
İki: İşlerin öyle yürümesini eksik buluyor ve aklına yatmıyorsa, zamanla iyi olur bahanesinin arkasında bekler onca sene.. Oraya oturtan memnun, oturan memnun halleri yani.
Fakat gerçek başka. Onu da anlatıyor A.latif Şener. Refah yol hükumetindeki Maliye Bakanlığı günlerini.
“Erbakan hükumetleri döneminde haftada iki kez tüm ekonomi kurmayları ile toplanır, tartışır, test eder, sürekli sıkıştırır, bir takım açılımlar imkanlar var mı onu oraya döktürürdü. Bu da yetmezdi Hocamın yaptığı bir şey daha vardı. Her akşam yemeğinden sonra Başbakanlık konutunda belli bir kesim ile toplantı yapardı. Haftada bir iki kez de ekonomistleri toplardı. Türkiye’nin belli üniversitelerinden belli bir alanda uzman olduğu düşünülen iktisat hocaları ile ekonomi sohbetleri yapardı. Bu ömrünü vermeyi gerektirir. Bir yıllık Refah Yol dönemi doksanlı yılların en müreffeh dönemidir.”
Başbakan yardımcısı olduğu o 5 senede, bu anlattığı Refah Yol’un Maliye Bakanlığı günlerini hatırlamayan A.Latif Şener, sanmayınki bir pişmanlık erdemi yaşıyor şimdi. Hayır!
Rahmetli Erbakan Hoca’mızın başbakanlığını, sayın Erdoğan’ın başbakanlığı ile mukayese ettirmekmiş maksadı.
“Erdoğan’da öyle bir şey yok. Falan işadamlarının parası verildi mi, şu özelleştirme şuraya yapılıyor mu? Böyle ekonomi yönetimi olur mu?”
Dayandığı, direndiği, sabrettiği demeye dilimiz varmadığından rahatça oturduğu diyeeceğimiz o 5 yılın ilk gününden itibaren bu ülkenin insanlarınca 5 çarpı 365 kere sorulması gereken bir soruyu, bugün bize neden soruyor sayın A.Latif Şener?
“Böyle ekonomi yönetimi olur mu?”
Bu, kendi başarısızlığının, milletine borçluluğunun bir itirafı değil mi? Bir muhalefet Partisinde milletvekili olmakla ödenebilir mi bedeli?
Adnan Öksüz’ün ilk ağızdan duyup bize aktardığı anekdot üzerine de bir yazı yazmıştık bu sayfada. Hatırlayalım.
Başbakanlık yaparken Semra Hanıma muhalefetini “Terzisini, türzüsünü” söylemiyle ünlendiren Yıldırma Akbulut, Başbakanlığının ilk günlerinde Çankaya’daki Özal’ın, “Ben istediğimi aldım. Senin ne yapacağın beni ilgilendirmez Yıldırım” demesinin manasına ancak eleğini astıktan sonra varmış olmalıydıki, ya da acındırmayla masumiyetine inandıracağını sanarak anlatmış ve biz de duyarak nasiplenmiştik.
Sayın Akbulut işte o gün, bir basın toplantısı ile olayı duyursa ve istifa etseydi Özal kazanacağına o yıllarımızı, Türkiye kazanmaz mıydı?
Egelilerimiz gibi söylersek, Tarih tekerrür edip duru… Herkes kaybedip duru..
NE KA İŞ/ O KA OY
(BEKA DEĞİL BE YA)
Muhalefeti tasnif etme görevi yüklenmiş bir partili yazıcının bilmeden yazdığı itirafnamesinden bir cümlesinin girişi şöyle: “Bu seçimde AK Parti’nin elindeki İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesi ve dramatik bir oy kaybı yaşaması halinde..”
“Elindeki” denilen şehirler kaç dönemdir ellerindeydi ve neden ihanet etmişlerdi sorularını duymak istemedikleri açık.
Fakat yaşayacakları “Dramatik oy kaybı”nın bir sebebi olmalı. İstanbul’in siluetini bozan inşaatların sahibi arkadaşımızdır, söyledik ama traj etmedi, gibi savunmaların rol oynadığı.. Geçmişinde Boğaz’daki yanlış bir yapının düzeltildiğini de görmüşse İstanbul.. Arkadaşımızdır ilanı ise, görevden alınan başkan ve damadı ilişkilerini çağrıştırırki, oy verenlerin tahammül güçlerini tarumar eder.
İstanbul ve Ankara’nın ve diğer şehirlerin görevden alınan belediye başkanlarını yargı önüne çıkarmamanın da bir bedeli olacaktır. Dramatik mi olur, trajik mi, göreceğiz.
“Erdoğan-Bahçeli ikilisine ağza alınmayacak laflar ediyorlar.”
Yanlış bir tesbittir bu.
“Millet” kelimesi yerine “Zillet” kelimesini ikame eden o siyasi ikiliye karşı, oy vermeyeceğiz vezninin ötesinde kim ne yazabilir, söyleyebilir.
Böyle demekle, hayatımızın hiç bir döneminde bu kadar sıkıntılı yazmamıştık diyen yazarları mı yalanlamak istiyorlar?
Nihayetinde bir yerel seçimdir yapılacak olan. Çok seçimler ve ihtilaller görmüş bu ülkeye “Beka sorunu” dayatanlar bir sonraki seçimi yaşamayacaklar mı? O zaman hangi sorunu çıkaracaklar seçmenin karşısına.
Aralarına + işareti konmuş iki parti, seçilecek karakterde aday bulmakta güçlük çekiyorlarsa, çıkardıkları adayların çoğunu değiştirme sözü ile propaganda yapıyorlarsa ve yazılacak daha çok sa, sa, sa varsa, muhalefeti ve yanlarından uzaklaştırdıklarının kaabiliyetleri ölçüsünde şikayetçi olmalarından gocunması doğru değildir bir iktidarın.
Aralarında + işareti olan o partilerin seçim yardımlarına rağmen tek başlarına ve tümsandıklarda seçimi göze alamamalarını sorgulayamayanlar veya partilerinin geldiği bu zayıflık noktasını gözlerden saklamak isteyenler, tek başına her yerde seçime giren Saadet Partisi’ne iftiraya yöneliyorlarki, dramatik yanlışlıkların biri de budur.
Cumhurbaşkanı’nın muhalefetin de Cumhurbaşkanı olduğunu unutan AKP+MHP kazanmayı unutmaya galiba böyle suçlayıcı itiraflarla hazırlanıyorlar.
YEMİN ETTİK BİN KERE
Haber sitelerine bir şekilde ulaştırılan ve çoğunda kare doldurmak için kullanılan bir haber vinyeti sizin de dikkatinizi çekmiştir. Milli Gazete’nin internet sitesinde de vardı.
“ABD’nin borcu, tarihin en yüksek seviyesinde.”
Kim tesbit etmiş bunu?
Üniversitelerimizin birinde Amerikan borçlarını inceleyen, araştıran ve takip eden bir enstitümüz ya da Amerikan tarihini borçlarıyla birlikte bilen piyasa profesörlerimiz mi var?
Farz-ımuhal yayılmak istenen bu bilgi doğru olsun. Ne işimize yarayacak?
“Bana ne Amerika’dan” diyen bir siyasi hareketin içindeki insanlara niçin servis ediliyor bu haber?
Amerika’nın çok borçlu olduğuna inandığımızda, ülkemizin borçlu ülke yapılmasını sorgulamayacak mıyız? Borç tasamız hafifleyecek mi?
Haberin kaynağı bir Amerikan şirketi, Business İnsider.. Bize kadar çok borçlu olduklarını duyurmakla ne kazanacaklar? Askerlerinin sağ salim dönmeleri için dua edenlerimizden, bir de borç sildirme duası mı istiyorlar?
Eskiden olsa Amerika yıkılırsa, Rusya’nın kucağına düşeriz korkusu vardı ehven-i şer partililerde. Onların tarihin mezarlığına taşınmalarına şahit olduğumuza göre..
Yoksa haberin püf noktası, son paragrafta mı gizli?
“USA Today’ın haberine göre borç çok artınca faizler yukarı çıkarmış. Bu da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için tehlikel sinyali anlamına geliyor.” (muş)
Son cümle, bu ülkedeki yanlış ekonomik politikalara ve sürecek yeni borçlanmalara hazırlanan bir kılıftır. Amerika öyle olunca, biz de böyle olduk.
“Bana ne Amerika’dan” diyenler, meydanlarda, rahmetli Hoca’mızın yaptırdığı yemini daha gür sesle yapmalılar ve seçimleri kazanmalılar.
Böyle “Algı” haberleriyle vurulan zincirlerimizi kırmak için…
Dinlenenler kurulmuş, RefahYol vurulmuş
New York Times bir Amerikan istihbarat yetkilisine atfen şunu yazdı:
Suudi Arabistan Veliahtı Selman bir telefon konuşmasında “Kaşıkçı’yı kurşunla halledin” anlamına gelen bir şey söylemiş. Yani yeraltı âleminin diliyle “Onu mermi manyağı yapın” diyor.
Baktım Türkiye’de iktidara yakın medyada “Türk tezi ispatlandı” diye ufak çaplı bir bayram var. Yalnız şu soruyu kendinize sordunuz mu:
ABD istihbaratı bu bilgiyi nasıl elde etmiş?
Ben söyleyeyim. Selman’ın geçmişteki telefon konuşmalarını yeniden analiz ederek ortaya çıkarmışlar bu cümleyi.
Bak arkadaş bunun anlamı açık. ABD herkesi dinliyor. Ne demek istediğimi tam anladınız mı...
Herkesi dinlemiş ve bu kayıtları elinde duruyor...
Yani, istediği zaman geriye dönüp oradan işine yarayacak bir cümleyi çıkarıp servis ediyor.
Diyeceğim şu...
Öyle çok fazla bayram etmeyin.
Dünyadaki bütün devlet insanları açısından hiç de sevinilecek bir şey değil bu...
Yukarıda okuduğunuz iktidar kalemlerine ders verme satırları, bir Ertuğrul Özkök yazısından alıntıdır. (9 Şubat 2019 Hürriyet Gazetesi – Kaşıkcı’yı mermi manyağı yapan lafını sevdiniz ama)
“Kaşıkcı cinayeti” ne inanmama hakkımızı saklı tutarak, ABD gücü pazarlaması üzerine birkaç kelam etmek istiyoruz.
New York Times yazacak, bir ishitbarat yetkilisine atfen yazacak..
O istihbarat yetkilisi iki taraflı çalışan olamayacağına göre, New York Times’in yönlendirme gücüne verilen destek resmi.. Sonuçta o da bir ABD gazetesi.
Geçmişte yapılan telefon konuşmaları analiz edilmişde, şifreleri çözülmüşde.. Amerika işte böyle güçlü reklamının ötesinde hiç inandırıcılığı yok bu tezlerin. Türk tezi dense dahi iktidara yakın medyada.
Doğru tarafı nedir tüm bu anlatımların?
ABD’nin “Herkesi dinlemiş” olması..
Son cümlesini de çok önemsiyoruz Sayın Özkök’ün. Çünkü yazacaklarımıza buradan devam edeceğiz.
“Dünyadaki bütün devlet insanları açısından hiç de sevinilecek bir şey değil bu..”
T.Özal’ın dört eğilimle hüküm sürmeye başladığı yılların bir gününde yaşananları has adamlarından M.Keçeciler anlatmıştı. (Yavuz Donat’a olmalı) Biz de hemen o günlerde o hatiranın maliyetini yazmıştık bu ülkeye.
Erbakan Hoca’nın ikametgahına yakın bir eve taziye ziyaretine giden Keçeciler, Erbakan Hoca’ya da uğrar. Orda yaşadıklarını, pişman olmuş havasında bakın nasıl anlatır.
“Hoşbeşten sonra Hoca bana demesin mi, Mehmet, yirmibeş kadar arkadaşınla ANAP’tan ayrılın, bize katılın. Ben ona niye gidiyorum, o bana transfer teklifi yapıyor.
Sonra Özal’ın yanına geldim. Suratı beş karış. Soğuk davranıyor. Dayanamadı sıkıntısını paylaştı. Erbakan’dan teklif mi aldın?”
Olayı buna yakın kelimelerle anlatan Keçeciler, kanaatini söylüyor: “Bizi dinleyenler, benden önce yetiştirmişler Özal’a.”
Ortada Özal kalmamış, ANAP kalmamış ama Keçeciler’inde aklına onca sene sonra dahi olayı çözmek, anlamak fikri gelmemiş.
Erbakan Hoca ortamın dinlenildiğini biliyordu. Gereksiz ve Milli Görüş’ün hiç ihtiyaç duymayacağı bir teklifi seslendirerek, Keçeciler üstünden Özal’ı uyarmak istemişti.
Beni dinleyerek sana bilgi getirenler, seni de dinleyerek başkalarına götürüyorlar. Devletin sırları senin gücüne emanet. Bu testi yaparken kullandığım Keçeciler gibi adamlarını da ikaz et!
Bu ülke, oğul Ahmet Özal’ın anlatımı ile yazarsak, yatak odasında her ay sekiz böcek bulunan Özel tarafından senelerce yönetildi.
Olayı “Devlet insanları açısından” değerlendirmede bulunan sayın Özkök’e ikmal olsun diye yazmadık. Onu da konu ederek yapacağımız bir hatırlatma daha var. Şunu da özellikle belirtelim: Yazdığımız ve yazacağımız olayları daha önce ve taze iken ve teferruatlı olarak bu sayfada yazdık.
Sayın Özkök bir yaz günü Antalya tatilinden dönerken, galiba Karahisar’ın oralarda, Reno arabasının telefonundan aranır. Hemen arabayı kenara çektim ve konuştuk diyor Özkök, önemsenmişlik ve önemsemişlik duygularının eşliğinde.
Arayan akrabası değildir, okuduğu okullardan tuttuğu bir arkadaşı değildir, Kahramanlar semtinden değildir, Paris’teki solculuk günlerinden değildir, aynı karavanaya kaşık salladıklarından değildir, yaşıtı değildir, alkollü içecek tartıştığı biri değildir.
- Özal’dır!
Niçin aranıldığının ayrıntısı yazılmamıştı diye hatırlıyorum. Havadan sudan şeylerdi sayın Özkök’ün anlattıkları...
Benim şimdi dikkat çekmek istediğim konu, iki kişinin telefon konuşmalarında birbirlerine ne söyledikleri değil. Biri, Özkök’ün deyimiyle ağzından çıkan her sözü tartılı olması gereken “Devlet insanı” olsa da...
ABD’nin ya da taşeronlarının dinleme yaptıklarını bugün kabul eden sayın Özkök, Özal’ın aradığı o günden sonra acaba bazı farklılıklar yaşadı mı? Dinlenmiş olabileceği ihtimaline onu götürecek değişik istekler gibi...
Bir gazeteciyi Özal bey arabasından arar da dinleyiciler boş geçer mi? Ona gidip mesela, aslan olduğunu, kaplan olduğunu, idarecileri de idare etmeleri gerektiğini, icabında silah kullandırma yetkileriyle donatıldıklarını, birinci kuvvet olduklarını, halkın ne isteyeceğini ve ANAYOL isteyeceğini ancak kendilerinin bilme gücüne erdiklerini, vatana bu hizmetlerinin patronlarına tapu olarak döneceğini, ceğini, ceğini, ceğini anlatanlar olmuş mudur?
28 Şubat günlerinde sayın Özkök’ün attığı manşetleri üretmeye kapasitesi ve cesareti hiç yetmez de...
Madem ki söz dinlemeden açıldı.
Sayın Özkök, Türkiye’ye yaşatılan o alçak basınçlı günlerde emeği olanları anlatırsa dinleriz!
HEY ERNESTO
HANİ MANİFESTO
“Hareket’te bir Cumhuriyet, sizde de hareket kompleksi var!”
Yayına hazırladığımız “Milli Gençlik” dergisinin son halini gösterdiğimizde böyle demişti Mustafa Miyasoğlu rahmetli.
Hareket, Nurettin Topçu yolcularının neşrettiği popüler bir edebiyat-sanat dergisi. Takip ettiğimiz Hareket’ten hangi boyutlarda etkilendiğimizin o gün yüzümüze söylenmesi, arınmamıza bir adım oldu diyebilirim.
Sloganların yarıştığı bir dünyada yaşıyorduk. Kullandığı kelimelerden ve cümle yapısından, kimin hangi grubun üyesi ya da sempatizanı olduğu kolayca anlaşılıyordu. Dolayısıyla seçtiğimiz kelimelere ve cümle yapımıza azami dikkat ediyorduk.
Bugün Cumhurbaşkanı’nın ağzından AKP’nin sahiplendiği “Manifesto” mesela. Onlar kullanana kadar bize çok yabancı idi. Çünkü biz tedrisinden geçtiğimiz insanlardan biri olan Cemil Meriç’ten “Kamus namustur” sözünü iyi bellemiştik...
AKP iktidarına destek yazıları var mıdır, takip etmediğim için bilmem. Sözlük sahibi de olan D. Mehmet Doğan’ın “Manifesto” üzerine yazması bizi sevindirdi, oralarda da güzel Türkçemizi hâlâ korumak isteyenler var duygularıyla...
Komünist literatürün etiketlerinden olan “Manifesto” ne oldu da bizimkilerin ağzına yakışır oldu?
Konuşma metinlerini ben yazıyorum, diyerek sağda solda öğünen ve bu ülkenin kültüründen az nasipli katipler, anlattığımız o yıllardan nasıl taşımışlar bu güne komplekslerini? Psikiyatrlar araştırmalı.
Aslında hiç bir şey anlatmayan o iktidar açıklamalarına “Manifesto” denilince mi bir kıymet verecek halkımız? Sanmıyoruz...
“Manifesto” altında inletilenlere bir örnek daha vererek bu konuyu eğer varsa, kalmışsa lisan hassasiyeti taşıyan yazarlarımıza bırakmak istiyoruz.
Geçen haftaki sayfamızda vardı. İlgili Bakan’ın neden manav tezgahlarını açtıklarının izahı. Aynen şöyle diyordu: “Fırsatçılıkla hareket eden birilerinin, milletimizin sofrasına el uzatmasına izin vermeyeceğiz!”
Geçmişte kalan Manifesto’cular, Manifesto’yu sahiplenenler böyle bir arzuyu, şöyle seslendirirlerdi, yumrukları havada iken.
“Halkımızın sofrasına uzanan eller kırılacaktır!”
Bugüne yani AKP’ye uyarlanması daha güzel.
“Soframıza uzanan eller kırılacaktır!”