Bir ülkenin ekonomik gelişme ve kalkınma bağlamında altyapı yatırımlarına ihtiyacının olması gayet tabiidir. Bu yatırımların yapılması elzemdir, bir gerekliliktir. Gelişmekte olan bir ülke bu yatırımları yapmaya mecburdur. Bugünün dünyasında, altyapı ve bunula bağlantılı yatırımların yapılması, beki siyasetçiler için “oya tahvil edilecek popülist bir meta” olabilir, ancak ekonomik açıdan yapılması gerekenin ifasıdır.
Bir ülke için birçok sektör gibi inşaat sektörünün büyümesi, gelişmesi de elbette önemlidir. Ancak, ekonomik büyümeyi devletin finanse ettiği inşaat projeleri özeline indirgemek çok sağlıklı sayılamaz. Nihayetinde inşaat yatırımları da bir tür altyapı yatırımı sayılabilir ve bu alandaki büyümenin süreklilik arz etmesi de çok gerçekçi değildir. Üretime dayalı bir büyüme yerine altyapı yatırımlarına ve inşaat projelerine dayanan bir büyüme tercih sebebidir.
Bir de yapılan inşaat projelerinin sadece ekonomik yönlerinin olmadığı gerçeği vardır. Bir şehirde yaşıyorsanız ve bu şehir de insanlardan müteşekkilse, ki başka türlüsü olmuyor zaten, yaşayanların “hayat hakkı”nın da göz önüne alınması gerekmektedir. Bu mesele tek taraflı değildir. Sadece inşaat firmalarının kazanacağı paralar odaklı bir yaklaşım doğru sayılamaz.
İnsanların “hayat hakkı”, o şehirdeki yeşil alanlarla da bağlantılıdır elbet. Çılgınca bir yapılaşma ve hemen her boş alanı bir rant unsuru gibi gören kafanın ürettiği yapılar şehri de bitirmektedir, yaşayan insanları da. Acayip isimli rezidansların, siteler, birbirinin kopyası ve esnaf düşmanı AVM’lerin, sokağı, caddesi, meydanı olmayan yeni yetme “bilmemneşehir”lerin insana şehir anlamında vaat ettiği hiçbir şey yoktur.
Şehrin kimliğini oluşturan semtler, mahalleler, ilçeler soluk alıp veren birer canlı gibiydiler. Şimdiki şahsiyetsiz ve heyüla gibi dikilmiş beton yığınları ise sadece ve sadece rantı ve pis bir kâr güdüsünü müjdeliyor. Neredeyse saksıdaki çiçeğin toprağına bile rant gözüyle bakacak duruma gelmiş kapitalist kafa, ne idüğü belirsiz, ne doğulu ne de batılı, yamalı bohça bir kimliği önümüze koyuyor. Birileri de “İstanbul dünya şehri oluyor, marka şehir oluyor, çılgın projelerle yabancıların iştahını kabartıyor” diye göbek atacak duruma geliyorlar. O iştahların neden kabardığını bilmeyen var mı ki
İşbu kapitalist ve salt menfaatçi zihniyettir ki, Kadıköy’ün meşhur Salıpazarı’nı da, Taksim’deki Topçu Kışlası’nı da yekten AVM yapmayı düşler ilk fırsatta. (Halbuki Taksim’deki Topçu Kışlası’nın eski halinde içinde bir camii de vardır ama AVM daha tatlı gelir işte) “Şu kadar inşaat alanına bu kadar emsal, bilmemkaç tane dükkan, metrekaresi şu kadar dolardan bu kadar ciro” hesapları yapar. Bu şehirlerin yaşayan tüm insanlara ait olduğunu unutur da, parayı verenin her şeye hakkı olduğunu normalmiş gibi başkalarına da dayatır.
Kapitalizmin ağababası Amerika’da dahi, metrekare fiyatı açısından dünyanın en pahalı yerlerinden olan Manhattan’da Central Park adında bir şehir ormanı kuruluyor. Devasa bir bölge, bizde olsa kesin AVM’lere, rezidanslara, sitelere yuva olurdu. Alibeyköy ve Elmalı barajı çevresinde “şehir ormanı” kuracaklarını söyleyenlere oraların zaten “orman” olduğunu hatırlatmak gerek. “Şehir ormanı” kurma bahanesiyle yapılaşmaya açmayasınız sakın
Maalesef, her şeyi menfaat ve rant ölçütlerine göre değerlendirmeye başlayanlara göre yeşil sadece dolarda güzel duruyor.