Doğada değişmez bir kanun vardır. Buna termodinamiğin ikinci kanunu denmektedir. Bunun anlamı şudur; yüzde yüz verimli bir olay yoktur. Kâinat entropinin büyümesine yani faydalı enerjinin tükenmesine dayanmaktadır. Güneş yanıp hidrojen helyum olmaktadır. Böylece onun yok olması ile biz yaşıyoruz. Sürtünmesiz bir hareket olmaz. Denge bunun üzerinde oturur.
Toplulukta da herhangi bir yenilik sözkonusu olunca, doğanın değişmez kanunu olarak mutlaka karşı çıkan olur, yenilik yapmak isteyenler onlarla mücadele etmek zorunda kalırlar. Böylece yenilik gelişigüzel olmaz, ancak o topluluğu ileri götürecek şekilde olur.
İnsanlık tarihindeki yenilikleri kimler, hangi uyarıcılar yapmışlardır
1. Birinci uyarıcılar "din adamları"dır. Bunlar işe her şeyden önce sadece davet ile başlamışlardır. Halk arasından çıkmış, halkın arasına karışmış, insanlara inandırmışlar, insanlar hayatlarını bu yeniliğe göre düzenlemişlerdir. Katılanların sayısı giderek artmış ve bazıları binlerce sene etkili olmuşlardır. Kur an dan sonra da böyle uyarıcılar gelmişler ve cemaatler oluşturmuşlardır. Geçmişte Ahmet Yesevi ve Mevlana, çağımızda da Bediüzzaman ve Süleyman Tunahan bunlardandır. Bunların silahları yoktur, sadece imanları vardır.
2. İkinci uyarıcılar ise "ilim adamları"dır. Bunlar tartışır ve uygarlık için projeler ortaya koyarlar. Zamanla ilmî ekoller oluşur, felsefî mektepler doğar. Bunlar hayatlarında fazla etkili olmazlar ama öldükten yüzlerce, hattâ binlerce sene sonra etkili olmaya ve bu etkilerini sürdürmeye devam ederler; fikrî etkileri devam eder gider... Sokrat Aristo, Eflatun, Konfüçyüs, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Gazali bu tür ilim adamlarıdır.
3. Üçüncü uyarıcılar "sermaye sahipleri"dir. Sermaye sahipleri ortaya çıkar, paraları olduğu için dini ve ilmi istismar ederek düzenlerini kurarlar. Ekonomik güçlerini kullanarak halkı çevrelerinde toplarlar. Karun bunlardan sadece biridir. Çağımızda da sömürü sermayesi insanları inim inim inletmekte, baskı ve açlık korkusu ile emirlerine almaktadır.
4. Nihayet "siyaset adamları"nın uyarıları gelir. Batı dünyasının zalim düzeninde siyasiler, ellerine geçirdikleri iktidarları halkı ezme ve sömürme aracı olarak kullanırlar. Sermaye ile işbirliği yaparak, zulüm düzeninin değişik versiyonlarını, kapitalizm veya komünizm/sosyalizm versiyonlarını uygulayarak değişiklikler yaparlar. Adam Smith ve Marx bunların paralı teorisyenleri; Stalin ve Lenin gibiler bu teorilerin uygulayıcılarıdırlar.
Nasıl gece olmadan gündüz olmazsa, nasıl kış olmadan yaz olmazsa; aynen bunun gibi -dünkü yazımda isimlerini andığım- sekiz aklî ve sekiz naklî ilimlere dayanılarak oluşturulacak düzenler de dirençsiz gelmez. Mutlaka tutucu-gerici bir sınıf ortaya çıkar ve inkılap yapacaklarla mücadele ederler. Kimi siyasiler ve sermaye sahipleri bir olup ilim ve dinle çatışmaya başlar. Hiçbir maddi gücü olmayan din ve ilim başlangıçta zavallı ve mağlup durumda olur. Ama sonra manevi güç maddi gücü yener, uygarlığı din ile ilim kurar. İlim teorisini oluşturur, din de ona inananları ortaya çıkarır. Böylece yeni uygarlık doğar.
Uygarlığın oluşması şöyle bir sıra takip eder: Önce din adamları çıkar ve hakka çağırırlar, çok az kimseler onlara uyarlar. Onların içinden ilim adamları yeni uygarlığın projesini hazırlarlar, sonra din adamları onu halka yayarlar, geniş cemaatleri oluştururlar. Sonra siyaset adamları dini resmen kabul ederek büyürler, böylece siyasi organizasyon olur. Sonra iş adamları bu yeni düzende faaliyete geçerek teknolojiyi ve ekonomiyi geliştirirler. Yeni din, yeni ilim ve yeni yönetim sayesinde yeni ekonomi zenginleşir ve gelişme başlar...
İşte bütün bu gelişmeler "yeni uygarlığın" temelini oluşturur.
Bu gibi zamanlarda "yeni uyarıcılar" gelir ve bundan sonraki yeni uygarlığın temellerini atarlar. Doğu da adalete dayalı yeni uygarlık doğarken, Batı da sermaye sömürüsüne dayanan zulüm uygarlığı çökmeye başlar. Beş yüz sene içinde Doğu nun "hak uygarlığı" zirveye ulaşırken, Batı nın "kuvvet uygarlığı" çöküp ortadan kalkar. Böylece insanlar arasında devridaim eden periyot devam eder gider...