YENİLGİNİN FATURASI RAY-BAN

Abone Ol

ÖNCEKİ üç genel seçimde oylarını sürekli artıran Ak Parti, bu seçimde 9 puan birden kaybetti. Birinci parti olarak çıksa da herkes, bu yenilginin faturasını kesecek nedenler aradı. Kimisi “kibir” dedi, kimisi “yolsuzluk” kimisi dejenerasyon, kimisi “saray.”

7 haziran seçimlerinden bu yana yenilgiyi fatura edecek adres arayan Ak Parti’de nihayet suçlu bulundu; Ray Ban!

Şaka değil gerçekten böyle.

Hatta sağlam bir kaynaktan öğrendiğimize göre partinin illerdeki bütün gençlik kolları başkanlıklarına “ivedi” bir yazı gönderildi.  Gönderilen yazıda, “Çok havalı oluyor ve tepki çekiyor” gerekçesiyle bundan böyle gençlik kolları mensuplarının  güneş gözlükleri, yaka mendilleri, ve rugan ayakkabıdan uzak durmaları istendi. Hatta yerli yersiz kravat kullanmak dahil.

Vaktiyle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de, partisinin marjinal kalmasını, yükselişe geçemeyip Meclis’e girememesini ülküdaşlarının kullandıkları üç nesnede bulmuştu: Beyaz çorap, yumurta topuk ve elde tespih! Bahçeli, tabanını büyük oranda dönüştürmeyi başarıp Milliyetçi Hareketi Meclis’e sokmayı başardı. Bakalım Ak Parti de, Rayban, mendil ve rugan ayakkabı önlemiyle yeniden başarıyı yakalayabilecek mi

Bekleyip göreceğiz şurada seçime ne kaldı ki! 

BAKAN VE GENEL MÜDÜRÜN ‘ÇAY-ÇORBA DEVRANI

BELKİ bilenler bilir, vaktiyle bir isim Başbakanın baş danışmanlığına getirilir. Diğer danışman arkadaşları “Bi çayınızı içmeye geleceğiz” diye hayırlı olsuna gitmek isterler. Ancak baş danışmanımız bir hayli üst perdeden “Çayla çorbayla uğraşacak vaktimiz yok. Önemli işlerimiz var” demesin mi! Diyecek bir şey yoktur.

O danışman yükselmeye devam eder. Genel müdür olur. Kendince Türkiye Cumhuriyeti’nin sinir ucu en önemli kurumunu yönetmektedir. Ali kıran, baş kesendir adeta. Yalan dünya bu ya gün olur, devran döner. İstiskal edilen o danışman Bakan olur. Genel Müdür de, Bakanın bürokratı.

Ne ki üst perdeden, havalı takılma hastalığı da devretmiştir. Bakan, Kurumu ziyarete, denetlemeye gider, brifing alır, faaliyetlere katılır. Ne ki Genel Müdürlük makamına girmeyince “Efendim odamıza buyursaydınız, bi çay içseydiniz” teklifi gelir. Diyalogun devamı tahmin ettiğiniz gibidir: “Çayla çorbayla uğraşacak vaktimiz yok!”

Farkında mısınız, sonradan görme bu ikinci neslin kibir, enaniyet ve havalı tavrı bir iktidara mal oldu. Oysa Osmanlı’da ahali her Cuma çıkışı, “Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var” derdi. Şimdi böyle söylemeye kalkanların “hediyesi” biber gazı ve jop oluyor! Böyle olunca da vatandaş sözünü sandıkta söylüyor. Mesela 10 puanlık tokat atıyor. Ya da kulağından tutup, 10 metrelik baraja batırıyor! 

CAMİ SEVİNCİMİZ, KURSAĞIMIZDA KALMASIN! 

DİKKATİNİZİ çekti mi bilmem! Ramazan başındaki röportajımızın bir yerinde Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Mehmet Görmez önemli bir şey söylemişti. “Camide çocuk sesleri yoksa, geleceğimiz adına korkun!” diye bütün Müslümanları uyarmıştı.

Anadolu’muzun “Camideki çocuk hoşgörüsüzlüğüne” adeta soğuk savaş açmıştı. Ne acı! Çocukken camide “büyüklerle” yaşadığı tatsız anısı olmayan var mıdır bilmem. Uzun saçlarından dolayı “camiden kovulduktan” beri meyhanede gençliğini tüketen bir meslektaşım hep üzmüştür beni. Bu sonuca yol açan “cahil bırakılmış muhafazakar kabalık” düşündürmüştür.

Ancak, bu sene gidebildiğim teravihlerde gördüğüm her afacan, duyduğum her çocuk çığlığında Mehmet Hoca’nın kulaklarını çınlattım. Bendenizin gittiği camiinin girişten itibaren iki bölmesi var. Biri kış kullanımı için. İlk günler hariç caminin bu arka bölmeleri boş kalıyordu. Mahallenin çocukları caminin bu arka taraflarını adeta oyun alanına çevirdi. Yarısında teravih kılındı, arka bölmelerinde çocuklar oyun oynadı, koşturdu. Tebrik edilesi cemaatimiz de bir hayli “hoşgörü ve sabır gösterdi.” Eskiler görse, çocukları haşlar, babalarını da “aforoz” ederlerdi Allah’u Alem!

Oysa bizim ufaklık bu sene teravih vakti gelince arkadaşlarını alıp, bisikletine binip heyecanla camiye koştu. Birkaç rekat da namaz kıldı. Olsun, kâr değil mi! Darısı diğer camilerimizin başına. Konserve kutusu sağır, ruhsuz beton apartmanlar çocuklarımızı ne de bunaltmış meğer.

Gelin görün ki, sevincimiz kursağımızda kaldı. Çünkü bizimki birkaç gündür gelmez oldu camiye. Meğerse görevlinin biri ‘artık dayanamamış’, gene eski hastalığa yakalanmış. Mikrofondan uyarmış hem de. Sağolsun!  Cemaat yarı yarıya azaldı. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri de kesildi camiden. Şimdi 50 yaş üstü cemaatle, “huşu içinde” kılıyoruz namazları! Bayramdan sonra da baykuşlar öter zahir!  Oysa görenler bilir, Batıdaki camilerimiz Müslümanlar için ibadet, sohbet, muhabbet,eğitim, yeme içme… Bir sosyal buluşma mekanıdır adeta. Çoğu gayri Müslim de, bu ortamlarda Müslüman olur.  Yine Hıristiyanlar, çocuklarını haftada bir kiliseye götürebilmek için sınırları aşan taviz, teşvikler verirler. Ya bizde

Tamam, bu görev Rabbimizin ulul azm sahihi yüce peygamberlerinin yapacağı bir iş. Toplumun yerleşik adetlerini devirmek, anlayışlarını değiştirmek çok zordur İmam aynı imam, cemaat aynı cemaatse çırpınıp duran Görmez Hoca n’apsın!

Din görevliliği için, İlahiyat+Psikoloji uzmanlığı şart olsun iyisi mi.