Yenilgi, zaferin ilk dersidir!

Abone Ol

İnsanın en büyük zaferi, düşebilme cesaretini taşımaktan geçer. İlk bakışta, bu söz bir çelişki gibi görünse de derinlerine inildikçe, içindeki hakikati yavaşça ortaya çıkarır. Başarı, yalnızca zirveye ulaşmakla sınırlı değildir. Gerçek başarı, o zirveye giden yolda düşmeyi göze alabilmektir; düşmekten korkmamak, düşmenin de bir tür yükselmek olduğunu kabul edebilmektir. Bu kabul, insanın kendisini aşmasının, gerçek anlamda özgür olmasının temelini oluşturur.

Bir insanın başarısızlık korkusuyla ilk adımını atmaktan çekinmesi, onun kaybetmeye başladığının en bariz işaretidir. Ne var ki, tırmanmaya cesaret etmeyen, denemekten bile vazgeçen bir insan, en derin anlamıyla kaybetmiştir. Zirveye ulaşmak, tırmanmayı seçmenin yanında, düşebilmeye de cesaret edebilmek demektir. Çünkü hiç düşmeyen, hiç kaybetmeyen biri zemine zincirlenmiş bir mahkumdur; hem de kendi içindeki korkuların ve endişelerin zincirleriyle bağlanmış bir mahkûm.

Bir çocuğun, yürümeyi öğrenişindeki doğallık, işte bu bilgeliği içerir. Çocuk, düşmeyi hiçbir zaman bir engel olarak görmez; aksine, düşmek onun için bir öğretmendir. Her düşüş, ona bir adım daha ileri gitmenin yolunu gösterir. Onun için düşmek, yalnızca bir geçiştir; bir son değildir. Düşmek, bir başarısızlık değil, bir öğrenme biçimidir. O yüzden, düşe kalka yürür, düşe kalka koşar. Her seferinde yeniden ayağa kalkar, çünkü düşmekten utanmaz. Çocuk, düşmeyi sevdikçe, sonunda yürür. Çünkü onun için başarı, düştükçe bir adım daha büyümek, bir adım daha cesur olmaktır.

İşte burada, insan ruhunun kırılgan yönleri devreye girer: “Öğrenilmiş çaresizlik” dediğimiz, defalarca başarısız olan bir insanın, sonunda denemekten vazgeçmesi hali...

Zihni, başarısızlıkla o kadar yoğrulur ki, artık yeni bir adım atmak imkânsız hale gelir. O kişi, bir zamanlar “yapabilirim” diye düşündüğü her şeyi, başarısızlık korkusuyla siler. Ve bir gün, her yeni denemeye başlamadan önce zihninde “Yapamam” hükmü verilir. Oysa gerçek güç, işte bu noktada gizlidir. Gerçek gücün kaynağı, başarısızlıkları kabul edebilmekte, onlara karşı durabilmekte, onları göğüsleyebilmekte yatar. Çünkü insan, her başarısızlığında yeniden doğar, her engelde güçlenir. Başarısızlık, onun için bir kayıp değil, bir ders, bir fırsattır.

Felsefi bir bakış açısıyla özgürlük, yalnızca seçim yapabilme yeteneğinden ibaret değildir. Gerçek özgürlük, o seçimlerin sonuçlarına katlanabilme, o sonuçları derin bir içsel huzurla kabul edebilme yetisidir. Korkarak yaşadığın her an, aslında seni özgür kılmaz; aksine, seni kendi seçimlerinden ve dolayısıyla hayatından alıkoyar. Bir insanın gerçek özgürlüğü, sonuçları hem iyi hem de kötü, büyük bir teslimiyetle kabullenebilmesindedir. Çünkü, sonuçlardan korkarak yapılan her seçim, aslında o kişinin özünün dışına çıkarak başkalarının belirlediği bir yolu izlemek anlamına gelir. Ve bu, insanı hem köle yapar hem de kendi içindeki potansiyeli yavaşça öldürür.

Gerçek zafer, kaybetmeyi göze alabilenlerin zaferidir. Çünkü kaybetmek, hayatın her alanında bir başlangıçtır. Her kayıp, yeniden başlamanın, yeniden denemenin, yeniden cesur olmanın fırsatıdır. Kaybetmek, insanı daha derin düşünmeye, daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmaya iter. İşte bu yüzden, kaybetmeyi kabullenebilmiş insanlar, hayatın gerçek zenginliklerine ulaşabilirler. Çünkü onlar, başarısızlık korkusunu aşabilmiş, her düşüşün ardında bir fırsat gördükleri için daha yükseğe ulaşabilirler.

Sonuç olarak, başarı ve özgürlük arasındaki ilişki, ancak başarısızlıkla barış yapılabildiği takdirde gerçek anlamına kavuşur. Düşmek, düşüşler içinde kaybolmak değil, bir yolculuğun önemli bir parçasıdır. Her düşüş, yeniden kalkmaya cesaret edebildikçe, insanı daha güçlü, daha özgür kılar. Özgürlük, düşme korkusunu geride bırakabilmektir; zira düşmek, insanın gerçek anlamda yükselmesine engel değil, onu yüceltmeye vesile olan bir adımdır. Ve nihayetinde, gerçek başarı, başarısızlıkları da kucaklayanların, onlara rağmen yükselmeyi başarabilenlerin zaferidir.