Post-modern dünyanın en dikkat çekici yanlarından biri başta teknoloji olmak üzere her şeyin önceki dönemlere nazaran çok hızlı gelişmesi, değişmesi ve dönüşmesidir. Bu gelişim, değişim ve dönüşüm sürecine en çok direnen alanların başında siyasal söylem ve siyasal çalışma prensipleri geliyor. Özellikle 2002 yılı sonrası ülkemizde hâkim olan kutuplaşma siyaseti kendine oldukça etkin bir şekilde yer edinmişti.
21. Yüzyılın retorik anlayışının tüm enstrümanlarını kullanarak, medya ve para gücünün katkılarıyla, siyasette çerçeveleme tekniğine ince ayar verip üstüne bir de düşman oluşturarak seçim kazanmak diye kısaca özetleyebileceğimiz bir durum bu. % 70 civarındaki sağ ağırlıklı seçmene hitap eden, halkın kalan kısmını yok sayan, Machiavelli’nin bugün mezarından çıkıp gelse önünde saygı ile eğileceği bir maharetle kazanılan seçimlerden bahsediyoruz. Algı yönetiminin kitabının yazıldığı, insan aklıyla adeta alay edercesine, mantıksız, ilmi temelden yoksun, akılla bağdaşmayan politikaların yürütüldüğü fakat oy kazandıran bir süreç.
“Bu seçimi nasıl kazanabiliriz?” sorusuna tam karşılık gelen akıl almaz seçim propaganda yöntemlerinin aktif bir şekilde uygulandığı bir dönem. Belki de bir defa olsun, “Seçimleri kazanıyoruz ama acaba kul hakkına giriyor muyuz? Kalp kırıyor muyuz? Yalan söylüyor muyuz? Haksızlık yapıyor muyuz? Can yakıyor muyuz? İftira atıyor muyuz? İnsafsızlık ediyor muyuz? Vicdansızlık yapıyor muyuz? Biraz abartmıyor muyuz? Ayıp olmuyor mu?” diye sormadan kazanılan seçimlerden geçe geçe bugünlere geldik.
Siyasal alandaki değişime bakmadan önce isterseniz biraz sosyal alandaki değişimleri hatırlayalım. Özellikle inanç dünyamızı da dikkate alarak bakalım. İslâmî bilinçten İslamcılığa kayıldı, tesettür ruhu modaya kurban edildi, imam hatip duruşunun ruhuna Fatiha okundu, rüşvet ve adam kayırmaya ayet ve hadisli izahatlar ayarlandı, iftira ve karalama adeta gelenek haline geldi, dün dündür bugün bugün anlayışından her an her şey 180 derece değişebilir kıvamına gelindi. Ayaklar baş, başlar ayak oldu.
İlim adamları, hacılar, hocalar olan itibarlarını kaybetti. Evvel zaman toplumun en güvenilen meslek grupları, en güvenilmez hale geldi. Ateizm arttı, deizm patladı, İslâmî hassasiyet, Müslümanlara saygı kalmadı. Şehadete sevdalı gençlik yerini şehadet getiremeyen genç yığınlarına bıraktı.
Tekrar siyasal alandaki gelişim, değişim ve dönüşüme bakacak olursak, yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi 2002 sonrası siyasal sosyolojinin, son yapılan 31 Mart yerel seçimleri ile birlikte farklı bir yöne evrildiğini söylemek yanlış olmaz. Türkiye seçmeni büyük ölçüde kırıcı, tahkir edici, kutuplaştırıcı, toplumu ayrıştırıcı siyasal dilden bıkmış ve yorulmuş gibi gözüküyor. Bunun aksine artık sabrın hâkim olduğu, tahammülün sergilendiği, kapsayıcı ve toplumun her kesiminin kucaklandığı, sevgi ve barış dilinin kullanıldığı bir siyasal söylem beklentisi oluşmaya başladı gibi duruyor.
Siyasal alanda fark edilen bu gelişim, değişim ve dönüşümün yeni dönemde hâkim dil olacağı hissedilmeye başlandı gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Yani yeni dönemde, ayrıştıran değil birleştiren, söven değil sayan, toplumun bir kesimini vatan haini ilan eden değil her kesimini vatan evladı bilen, kibir kuleleri değil gönül köprüleri inşa eden, sadece zenginlerin olduğu şatafatlı ortamlarda değil halkın her kesiminin bulunduğu mütevazı ortamlarda bulunan, hata kusur arayan değil güzellikleri görüp konuşan, bağırıp çağıran değil sakince anlatmaya çalışan, hakaret ve küfür eden değil sevgi ve kardeşlik dilini kullanan bir siyasal anlayışın kazanacağını görmek lazım.
Bu vatan bizim, hepimizin, birliğimiz, dirliğimiz, huzurumuz ve kardeşliğimiz seçimlerden önce de sonra da var olsun.