Özal günlerinin TSE damgalı kelimesiyle yazarsak, Türkiye’yi Tanıtma Fonu’nun “Horzum”lanacağı günler yaklaştığında, medyamızdan sokaklara düşen “ülkemizi tanımıyorlar, Afrika’dayız filan sanıyorlar” gibi plastik kafalarda üretilmiş haberlere kulak asmadığınızda, gerçeğin, sadece gerçeğin ne olduğunu merak etme hakkınızı kullanmaya başlarsınız.
“Oralardan biz nasıl görünüyoruz?”
Bu soru, bizim başkalarını nasıl gördüğümüzle doğrudan ilgilidir. Kanaatim böyle olduğundan, başkalarını gören ve yazan bizimkilere ek bir merakım vardır.
“Bizimkiler onları nasıl görüyorlar?”
Geçtiğimiz haftaların birinde yazmıştım, yine ordan gireceğim.
Bulunduğu yer olarak bize orta uzaklıkta ve fakat “Din” açımızdan baktığımızda ilişkilerimizin en eski ve yakın olduğu bir ülkeyi yazısına maydonoz etmişti bir katip efendi.
“Etiyopyalıların yaygın bir inanışı varmış. Ülkelerindeki maymunlar, çalışmak zorunda bırakılırız korkusundan ötürü konuşmazlarmış.”
Bizim de, Etiyopya’da yaşayan maymunlar varmış ve Etiyopyalılar maymunlarını önemsiyorlarmış bilgilerine, bu yazısından ulaştığımız katip efendiyi, geçtiğimiz günlerde bir tv kanalında bir solcu yazar “Adıyaman” irtibatlı diye tarif etmişti; ortada maymunluk bir konu yokken. Yoksa var mıydı?
İlkokula başlamadan bine kadar sayabilen bir çocuktum. Okulun ikinci ya da üçüncü ayında yüzün yarısının elli olduğunu söylediğinde bir arkadaşım, çok şaşırmış ve hayret etmiştim. Bu bilgi, o ana kadar öğrendiklerimin en müthiş olanıydı. Zaman zaman ulaştığım o hayret duygumun sebebini hala çözmüş değilim.
İşte o hayret duygum, şimdi bana başka hayretler tattırıyor.
Bizzat ve şahsen Etiyopya’ya gitmemiş, Etiyopyalılarla konuşmamış. Akrediteli uçak yolculuğu var mıdır ve o uçaklardan biri Etiyopya’ya uğramış mıdır, buralar da o kadar önemli değil. Zira bilgisinin kaynağını üşenmemiş yazmış katip efendi kardeşimiz. Arjantinli iki yazarın kitaplarında okumuş. Biri, Etiyopyalı ve maymun ilişkisine “değinirken”, diğeri Etiyopyalı ve maymun ilişkisinden “bahsetmiş”.
Adıyaman nere, Arjantin nere sorusunun yeri burasıdır, gibi bir düşüncemiz yok. Biz, Etiyopyalılar burdan nasıl görünüyorlar sorumuza cevap ararken, onları Arjantin’den gözleyenleri, hangi hakkımız dolayısıyla kabul ve başımıza tac ettiğimizi bilmek merakımızın peşindeyiz. Ola ki gelecek nesillerimiz sorgulamak isterlerse, açık ve net anlatılmış olarak bulsunlar bizi.
Arjantin’den yazarlar bilmeyi sadece “hava atmak” olarak algılıyorsanız, yazımızın sonundaki kanaatimizle şimdiden ters düşmüş olur sunuz.
Hem Arjantin’den kitaplar okumak, Adıyaman’dan okumuşluğu örtebilir diye düşünüldüğünde hem de durup dururken ve ne yazayım diye oturup dururken yazılmaz Etiyopya ve maymunları. Bağlanacakları bir NATO, CENTO yoksa da, insan hakları beyannamesinden bir çağrışımı olmalı en azından.
Konuşma özgürlüğü, konuşmuş olmak, bir muhalif parti başkanının meramını anlatmaya çalışması gibi bir karmaşıklığı çözmek gayretindeki bir katip efendi’nin Üsküdar’a giderken, ki atı alanların orda olduğu resmen tescillenmişti, köşesine düşürdüğü önemli yazılarından biri ile başlamamız, umarız hiç kimseye anlama zorluğu yaşatmaz deyip, farkettiğimiz günden beri yazma sıramızı bekleyen Mehmet Barlas yazısına varalım şimdi. Zira hedefimiz bu yazı idi.
Ülkemizin duayen gazetecilerinden ve sayılı aydınlarından Mehmet Barlas 25 Temmuz 2017 Salı günü Sabah gazetesindeki köşesinde, “Yaşanan zamanın dünden farklı olduğunu göremeyenler yenilir,” başlılık yazısını, “Bir örnek” ara başlığı altında şu satırlarla bitiriyor.
“Bu yazıyı akılsızlığa bir tarihi örnek vererek noktalayayım…
- Habeşistan’ın 1880’lerdeki imparatoru 2’nci Menelik, ülkesindeki idamların infazı için Amerika’dan üç tane elektrikli sandalye getirtmiş. Ancak o dönemde ülkesinde elektrik olmadığını hesap etmediği için bunları kullanamamışlar. İmparator da bu elektrikli sandalyelerden birini taht olarak kullanmış.”
Döndük mü şimdi Etiyopya’nın Habeşistan olduğu zamanlara. Mehmet Barlas’da böyle anlatmış onları, maymunları ve kanaatleri üstünden anlatanlardan farklı olarak..
İdamları yasaklayan ülkelerin birinin halkı da biziz. Dolayısıyla yukarıda anlatılan olayın içine girmeyi, anlatılanın ruhunu çözmeyi iyi bilmemiz gerek.
“Habeşistan, ülkesindeki idamların infazı için Amerika’dan üç tane elektrikli sandalye getirtmiş. “
Bu ifadeden anlaşılacakları sıralayalım.
Bir, Habeşistan’da çok idam olayı var. İnfazlarda malzeme ve zaman sıkıntısı yaşanıyor.
İki, çözüm arayışındaki devlet, Amerika’nın idam edici sandalye keşfinden haberdardır.
Üç adet sipariş edilmesinin sebebi, duyanlara “Abartma” çağrışımı yaptırmamaktırki, bu da üç olsun. Habeşistan’ın nüfusu kaçtır ve yılda kaç idam cezası verilmektedir, gibi bilgiler merak edeni olmadığından imha edilmiş olsa gerek.
Habeşistan’ı anlatmak elbette bu kadar değil. Dahasını, Amerika’yı anlamamızdan sonra yazacağız.
Amerika, idam sandalyesi icad eden ve üreten ülke. Lakin kendi ihtiyacından değil de, başka ülkelere yardımcı olmak gayesiyle yaptıkları kanaati, boşuna yerleştirilmese gerek okuyanların şuur altlarına; alışnı yazıda olduğu gibi.. Aman Amerika’nın insancıllığı bir zarar görmesin.
İnsanını idamla cezalandırırken dahi, daha çok acı vermeyi hedeflemiş bir ülke olarak anlatılmıyor burada Amerika. Oradan ihtiyaçlarını karşılayanların (elektrikli sandalyeden tahtı olanların), halklarına zulümleri örneklendiriliyor.
Bu küçük Mehmet Barlas alıntısından, iyi devlet Amerika, kötü devlet Habeşistan yargısının insan beyinlerinin derinlerine işletmek amaçlıdır kanısına vardığımızda, sayın Barlas’ta bir hata bulmak değildir maksadımız.
O da bu bilgiyi bir başka yerden almıştır nihayetinde.
Elektrikli sandalyenin sandalyesinde elektrik yoktur. Mahkumların rahat oturmaları için imal edilmişlerdir.
Amerika’da ilk elektrikli sandalyeli idam 1990 yılında gerçekleştirilmiştir.
Bu ayrıntılar da internet depolarından.
Merak edenler daha da artırabilirler bu tür bilgilerini.
Maymunlarının maksadını anlayabilen Etiyopya ve elektriklerinin olmadığını farkedemeyen Habeşistan..
Buralardan böyle görülüyormuş!
Etiyopya veya Habeşistan...
Nedir senin bize bu yazıyı okutmandaki maksadın? Gibi bir soru sorarsanız çok sevineceğim.
Konu ettiğimiz, adı geçenler veya adı yazılmadan anılanlar niçin öyle yazdılar, ben bilemem!
Habeşistan’a, kralları Necaşidolayısiyle hep olumlu bakıyorum ve muhacirlerimize kucak açmalarını hazmedemeyen dünyalılara işte böyle karşı dururum diyorum
Pastırma, onları bastırma
Medyamızda hergün haber olan bilim insanlarımızdan Prof. Dr. Canan Karatay’ın son iddiası pastırma üzerineydi.
“En sağlıklı et pastırmadır!”
Söyleten söyletiyor inancım, fiyatının insanımızın alım gücünün üstünde olmasından dolayı halkımıza, kafiyesi neredeyse kendisine eşdeğer olacak “Hiç evlere bastırma” itirazını ürettirmiş bu işlenmiş et mamulüne artık başka gözle mi baktıracak, şimdiden kestiremiyorum.
Başımızdaki hükumetin, yasak hayvan etiyle beslenen ülkelerden yaş et ithalatına yönelmesi ve bunu bir ucuzculuk icraatı olarak anlatması, Karatay Hoca’nın bu iddialı demeciyle, halkımızda bir karşılık buldurmayabilir mi? Göreceğiz..
Kendisine karşı çıkanlara, “Ben Amerika’dayken…” diye başlayan cevabıyla, hedeflerinde olmasına rağmen gerçekleştirilememiş Amerika hayalli muhaliflerini susturmasını ölçü almadan, konunun uzmanı başka bilim insanlarınca desteklenmesi Karatay Hoca’nın, umarız ülkemizin hayvan yetiştiricilerinin dertlerine ilaç olur. Bu dahi kârımızdır.
Tarihi, Türk tarihiyle bilinen pastırmanın ülkemizin vazgeçilmezlerinden olacağı hem böylece tescil edilmiş olur.
Eğer başımızdaki yaş et ithalinden gocunmayan hükumetimiz, İsmet Paşa örnekciliğine bir yenisini daha katıp, pastırma üretimini yasaklamaya kalkmazsa..
24 Eylül 1937 tarihli gazeteler, Sıhhıyevekaleti’nin (Geçmişte Recep Akdağ’ın da bakanlık yaptığı günümüzün Sağlık Bakanlığı yani) Kayseri pastırmasını yasak ettiğini, haber diye yazmışlardı.
Belki de, bir pastırmaya sahip çıksak ne olur, diye düşündüklerinden…
Adı iyi ama ya maksadı
İYİ Parti kurulmuş. İYİ parti konuşuluyor. MHP ’nin yerini alacağına ya da alamayacağına inananlar var, gerekçelerini yazıyorlar. Başkanı Meral Akşener damardan MHP’li değildir diyenlere, sonradan oldu ama iyi oldu, cevabı geliyor hemen. İyi olmak yahut iyi olması, vaktinde nasıl farkedilmedi de bu günlere kaldı.
İyi parti, AKP ’yi yontar mı? CHP ’yi sarsar mı? Kimlerden ne kadar oy almalıdır ya da alacaktır gibi anketçi kafalı gazeteci yorumlarına da takılmadan, biz, aklımıza düşen sorulara cevap bulmalıyız.
Aslında olayı çözmek, saklayıcı analist yorumcuları göz ardı ederseniz çok kolaydır.
İki soruya cevap arayacağız.
İyi parti yazılıp, çizilip, anlatılırken ve kıyaslamalar yapılırken, özellikle adının anılmaktan kaçınıldığı bir partinin varlığını da haykırıyor gibiler. Bu parti, Saadet Partisi ’dir.
Diğer sorumuz da şu:
İYİ Parti’nin kuruluşu, geçmişteki hangi partinin kuruluşunu çağrıştırıyor, andırıyor?
Cevabımız Ferruh Bozbeyli’nin Demokratik Parti’si olacaktır.
Ama onlar AP’den koparılmışlardı gibi bir itiraza şimdi yer yok. Zira AKP’den (halkca) şaibeli belediye başkanlarının dahi koparılamadığı, uzaklaştırılamadığı günlere erdik. (Bir örneğimizde parantez içi olsun. AP iktidarlarında başbakan tarafından görevden alınmış Sağlık Bakanı, yine Sağlık Bakanı olmakla yetindirilmedi, Cumhurbaşkanı’na yardımcı yapıldı, diyebilen var mı o günleri yaşayanlar arasında!)
O Demokratik Parti, Erbakan liderliğindeki Milli Selamet Partisi’nin seçimlerden birinci parti olarak çıkmasına mani olsun diye kurdurulmuştu. 1973 seçimlerinde görevlerini yaptılar ve mezarlığa taşındılar.
İYİ parti, Has Parti vesaire vesaire.. Saadet Partililer tuzakcıları iyi bilirler ve ikinci kez sokulmayacakları ferasete sahiptirler. Onların hesap edemediği budur!