Yaz geldi, ama...

Abone Ol

Yaz ayları başladı. Okullar tatile girdi. Üniversiteler tatile girmenin son toparlamalarını yapıyorlar. Henüz İstanbul da açıkça hissedilmese de, yavaştan kent dışına, memleketine, belli bir kesim tatile gitmenin eşiğindeler. Çok kalmaz hissedilir bir nüfus azalması olacaktır. O zaman, bütün yıl nüfus yoğunluğundan, araç kalabalığından, telaş ve koşuşturmalardan bunalıp yorgun düşmüş gibi bir hale gelen kent, yaz günlerinde belli bir tenhalığı, sükûneti, kendi başına kalmanın gönencini yaşamaya başlayacaktır.

Pazara, bakkala, süpermarkete gidenler, mevsimlik sebze ve meyvelerden bazılarında bir miktar fiyatları inmiş gördüğü için diğer aldıklarına biraz fazla ödediğinin farkına varmayacaktır. Masrafın azaldığı duygusu belli bir rehavet oluşturacaktır. Bazı günler deniz kıyısında, bazen Çamlıca ve benzeri yerlere çoluk çocuğunu alarak dinlenmeye çıkacaktır. Haftalar, aylar veya yıllarca gitmediği yerlerdeki değişikliği farkederek biraz şaşıracak, bazen öfkelenecektir. Daha önce şurası boştu, orada bir meşe ağacı vardı, şimdi kesilmiş, yerine iki kirli masadan, üç sandalyeden ibaret bir yazlık çay bahçesi, yazılmış iğreti yazısıyla görecektir. Ya da son gördüğünde böyle olan o yere bir kulübenin oturtulduğunu, plastikten, bidondan bozma saksıya ağaç veya çiçek dikilerek yapay bir bahçe oluşturulduğunu farkedecektir.

Gelecek yıllarda bu kulübenin bir apartman, bir işyeri, otopark veya toprağıyla bir yerlerden taşınmış kocaman bir özel okul, ana okulu doğuracağını belli belirsiz hissederek hayıflanacak, öfkelenecek, belki de imrenecektir.

Bir kaç müteahhidin, kısa sürede apartman veya site dikmenin sağlayacağı zenginlik hırsıyla meşbu mühendisin, bahçe ve tarladan kurtulmayı ve bir kaç apartman dairesine sahip olmakla sınıf atlayacağı, dairelerin kira gelirleriyle bambaşka bir insan olacağı kanaatini taşıyanların öne çıktığı Anadolu kentleri de yazı kendi şartları içinde karşılar. İstisnasız denecek nisbette, eskiden yüksekçe yerlere, dağ veya tepe yamaçlarına kurulmuş Anadolu kentlere, müteahhitlerin, mühendis ve arsa sahiplerinin yönlendirme ve baskılarıyla belediyeler ve devlet önderliğinde, düz ovalardaki verimli toprakları apartmanlarla, resmi binalarla, fabrikalarla adeta talan ettiler. Verimli, canlı topraklar adeta öldürüldüler.

Ama hesapta olmayan bazı olumsuzluklarla da karşılaşıldı. Kışın veya baharda, dağlardan, vadilerden gelen sular felaketleri de beraberinde getirdi. Yaz aylarındaysa, göğe doğru yükseltildikçe yükseltilen, kat üstüne kat çıkılan bu binalar birer küçük fırına dönüşmekteydiler. Bunun üzerine, eskiden hayatın doğal akışı içinde anlamlı yeri olan yaylak imgesi, bilinç altını harekete geçirerek, bu apartman, site sakinlerini şehir dışına, dağlara yöneltti. Bazıları, bir zamanlar furyaya dönüşmüş deniz kıyılarının adeta işgâl edilmesiyle pıtırak gibi biten yazlıklara hücum ettiler. Ne var ki, bu heves de çok sürmedi. Bir iki yıl cümbür cemaat gidilen yazlığa gidilmez oldu. Ama zahmeti, masrafı devam etti ya da ucuz-pahalı denilmeden elden çıkarıldı.

Yaz geldi. İnsanlar, küçük bir değişiklikle hayatın bir başka yüzünü görüp yaşamaya başladılar.

Öte yandan, genel olarak Türkiye de devletiyle, hükûmetiyle, siyasetiyle, dış ilişkileriyle, ekonomisiyle yaz aylarını yaşamaya başladı ya da başlamanın hazırlığı içinde. Ne var ki, mevsim olarak yazın gelişi ve şartları kendi olağanlığı içinde gözükse de, meydana gelen olaylar, gelişen ve gelişme istidadı taşıyan durumlar pek olağan nitelikte gözükmüyorlar gibi. Mesela iktidarın, iş başına geldiği ve birinci derecede görev olarak üstlendiği dış ilişkiler, Rusların Matruşka bebekleri gibi, kaldırdıkça başka sorunlar doğurmaktadır. Alın AB meselesini. 17 Aralık öncesine kadar, sınırsız vaadlere kaynaklık eden AB, birden, bir yanda kendi içinde cebelleşen, diğer yanda binbir maskesi olan bir ucubeye doğru yol almaktadır. 3 Ekim, yaz bitimi, güzün yavaş yavaş ayaklanmaya başlayacağı bir zaman noktası olarak ileride durmaktadır. ABD, söylediğiyle davranışı, davranışıyla niyeti, niyetiyle düşüncesi, düşüncesiyle maksadı anbean değişen, görünüşte çatışan, gerçekteyse bilinmeyen bir kara kutu olarak ufka yayılmış duruyor.

Faizler düşüyor, enflasyon geriliyor, kalkınma oranı olumluya gidiyor denilirken, cari açık artıyor, borç miktarı yükseliyor, işsizlik daha da yaygınlaşıyor vb. Üç bakan pat diye, istifa ediyor ve istifalarını ajans haberlerinde nerdeyse herkesten sonra duyuyorlar. Son haftalarda şehit edilen güvenlik görevlilerinin sayısı, Irak işgalcisi Amerikan askerlerinin öldürülme sayısından fazla. İstikrarı bozmayalım diyen yetkililerin verdiği her demeç, toplumun belli bir kesimini geriyor.

Evet yaz geldi. Ama nasıl bir yaz geldi Nasıl olduğunu sanıyorum güz söyleyecek.