Yavuz Sultan Selim - I. Selim- Selimî ? 13: Yeniçeri ocağının 1. taburunun 1 numaralı neferi

Abone Ol

Yavuz Sultan Selim, tahta çıktıktan sonra Yeniçeri

ocağının disiplinine son derece titizlik göstermiş, bu sebeple yeniçerilerin

sakal bırakmalarını yasaklamış, kendisi de sakal salıvermemiştir. Tahta çıktığı

gün ocak defterini getirtmiş, adını birinci tabura 1 numaralı nefer olarak

yazdırtmıştır ki, bu gelenek ocağın lağvına kadar üç yüz sene sürecek, her

Osmanlı Padişahı Yeniçeri Asker Ocağı nın 1 numaralı neferi olacaktır. Bu koca

sultan necip İslam milletine yeni bir hareket, yeni bir hayat, yeni bir kan

bahşetti. Zamanın âlimleri onun siyaset sahasında asrının mücedditi olduğunu

ittifakla ifade etmişlerdir. Osmanlı padişahları içerisinde bazı özellikleri

ile Hz. Ömer e en çok benzeyen kişi olarak tanınmıştır. Askerleri kendine

bağlıdır. Samimi ve yürekten. Öl dese ölürler bu babayiğit padişah için.

Çaldıran Savaşı sırasında harp istişaresi yapılırken, komutanların sesleri

çıkmaz. Buna dayanamayan Abdullah isimli bir yeniçeri atılarak: Padişahım ne

durursun, Allah ömrünü uzun, kılıcını keskin etsin! Biz gittiğin yere kadar

gider kaldığın yerde kalırız. der. Bu kadar gazaplı, öfkeli diye tanıtılan bu

padişahımız askerlerine, çocuklarına gösterdiği itinayı gösterir, onlarla

sırası gelir güreş tutar, sırası gelir aralarına girip, yer içerdi. Onların

ekmeklerini ortalarına oturarak seve seve paylaşırdı. Cengâverleriyle beraber

iç içeydi her zaman. Mısır fethedilmiş ve ordu Kahire ye girerken, halk

sokakları doldurmuş, camlara çıkmış, Yavuz u merakla beklemektedir. Yavuz u çok

değişik zannediyorlar, giyiminin ve kavuğunun etrafındakilerden farklı ve

şatafatlı olacağını düşünüyorlardı. Yavuz ise, önde değil, cengâverlerinin

ortasında idi. Elbiseleri ve kavuğu, onlardan farklı değildi. Ve önüne bakarak

mütevazı bir şekilde yürüyordu.

Ey Selim, dünya padişahlığından maksat bir şan ve

şöhrettir. Bu murdar dünyaya hiç rağbet edilir mi Biz onu kaale bile almayız.

(Yavuz Sultan Selim, Yavuz Sultan Selim Divanı, çev. Ali Nihat Tarlan, s. 81.)

VAKIF KÜTÜPHANELERİNİN TEMELİNDE YAVUZ UN KİTAP SEVGİSİ

VAR

I. Selim, kitap düşkünüydü. O devirde saray kütüphanesine

ait kıymetli kitapların saklandığı Hizâne-i âmire koleksiyonunu daha da

zenginleştirmek için uğraştı. Müeyyedzâde nin ölümünden sonra onun

kütüphanesinde bulunan ve 7000 eserden oluştuğu rivayet edilen kitaplarını bir

bir tespit ettirip, kıymetli olanlarını bu koleksiyona katmıştır. Mısır ın

fethi sonrasında Memlûk sultanlarının kendilerine özel kütüphanelerini ganimet

olarak İstanbul a getirterek Hizâne-i âmire koleksiyonuna katmıştır. Halep

Kalesi nde bulunan kitaplar içinde kıymetli olanlarını da seçtirip

koleksiyonuna dâhil etmiştir. Yavuz devrinde; Mevlânâ Bâli İstanbul da, Şeyh

Süleyman mahallesinde inşa ettirdiği mescidde, Sinan Paşa nın kardeşi Ahmed b.

Hızır Bey de Bursa da yaptırdığı medresesinde ve Edirne de de Hasan Halife b.

Ahmed gibi önemli şahsiyetler de padişahları gibi kitaba önem verip,

kütüphaneler kurmuşlardır. Yavuz un eşi Hafsa Sultan da Manisa da yaptırdığı

dârü ş-şifâ ve caminin yanında birer kütüphane de kurdurmuştur. Yavuz un annesi

adına Trabzon da yaptırılan külliyede de kütüphane mevcuttur. Sayın İsmail E.

Erünsal Beyefendi bu konu ile ilgili şöyle demektedir Osmanlı Vakıf

Kütüphaneleri isimli kitabının 129. sayfasında: Bu Osmanlı Sultanının kitap

sevgisi ve merakı gerek yeni fethedilen Suriye, Mısır gibi ülkelerden gelen ve

gerekse de sahiplerinin ölümüyle dağılan özel kütüphanelerden temin edilen

kitaplarla sarayda büyük bir koleksiyonun teşekkülüne yol açmış ve böylece daha

sonraki devirlerde Osmanlı Padişahları tarafından kurulacak olan birçok vakıf

kütüphanesinin temeli atılmıştır.

Ey Selimî, aşktan başka kimsenin himayesini dileme;

cihanı feth için dilimizin kılıcı (şiirlerimiz) bize kâfidir. (Yavuz Sultan

Selim, Yavuz Sultan Selim Divanı, çev. Ali Nihat Tarlan, s. 176.)

KIVRAK ZEKÂLI PADİŞAH

Ordunun Mısır diyarındaki kalış süresi uzadıkça; divan

görevlileri ve devlet ileri gelenleri vatan hasretiyle tutuşup tütmeye

başladılar. Ama bu özlemlerini padişaha bir türlü dile getirmeye cesaret

edemiyorlardı. Bu yüzden padişahın çok sevdiği hocası Kemalpaşazâde ye: Ne

zamana kadar bu yabancı ellerde kalacağız. Biz bunu padişaha söyleyemiyoruz,

siz bunu güzel sözler düzerek süsleyip bir söyleseniz diye yalvardılar. Bu

ısrarlar üzerine kabul etti Yavuz la konuşmayı. Bir gün padişahla beraber

atların üzerinde sohbet ede ede giderlerken sözü döndürüp dolaştırıp konuya

getirdi. Padişah Memlekette ne var ne yok Etrafta neler konuşuluyor der

demez; baklayı ağzından çıkardı: Hünkârım her şey yolunda iyi hoş da geçen gün

askerlerin Nil de hayvanlarını sularken bir türkü çağırdıklarını işittim,

türküde şöyle diyorlardı:

Nemiz kaldı mülk-i Arab da / Nice bir dururuz Şam ü

Haleb de

Cihan halkı kamu iyş ü turabda / Gel, ahî gidelim Rûm

illerine.

(Bizim Arap mülkünde ne işimiz kaldı / Şam ve Halep te

daha ne bekleriz

Cihan halkı padişahımın adaletli idaresi altında zevk ü

rahatında yaşamaktadır./ Gel ey kardeş artık Rum illerine, ülkemize dönelim.)

Bu dörtlük Yavuz un çok hoşuna gitmişti. Kemalpaşazâde ye

kendisinin de İstanbul a gitmek niyetinde olduğunu söyledi. Ancak anlamıştı bu

dörtlüğü doğaçlama yapıp söyleyiverenin asker değil de Kemalpaşazâde olduğunu.

Anladığını da sezdirmedi. Ancak, İstanbul a geldikten sonra bu dörtlüğün

hesabını sordu Kemalpaşazâde ye. Ama ince bir nükte ile Kıvrak zekasıyla

konuyu onun Mısır da söylediği dörtlüğe getiriverdi. Nasıl mı Çok sevdiği

hocası Kemalpaşazâde ile bir gün, yine at üzerinde ve yine sohbet ederek

gitmektedirler. Ona Kemalpaşazâde nin hocası Molla Lütfi ile ilgili bir soru

sordu: Hocan Molla Lütfi bu kadar bilgili iken neden öldürülmüş ola ki

Kemalpaşazâde açıkladı: Hünkarım, hocam çok bilgiliydi ancak latifeleri gerçek

gibiydi. O şaka yapardı, karşısındakiler gerçek gibi anlarlardı, o yüzden.

dedi. Padişahın eline fırsat geçmişti, sordu: Siz, ya siz de üstadınız gibi

böyle gerçek gibi latife söyleyebilir misiniz Kemalpaşazâde: Hünkârım, biz

bu nöbetimizi (sıramızı) geçenlerde savmıştık der demez, Yavuz taşı gediğine

koydu: Yoksa geçen gün söylediğin türkünün sözleri senin miydi Kemalpaşazâde:

Evet padişahımın sezinlemesi, kavrayışı, doğrudur deyip, Yavuz u selamladı.

Ancak böyle yüksek sezgili zeki padişahın, böyle yüksek sezgili zeki hocası

olur. Saraya geldiklerinde Kemalpaşazâde nin bu dürüstlüğünden dolayı ona beş

yüz filori armağan gönderdi.

PADİŞAHLARININ SARAYDA OLDUĞUNA ŞAŞIRANLAR

Artık İstanbul a dönülmeliydi. Zeki ve güçlü kumandan

Yavuz, 10 Eylül 1517 de Kahire den İstanbul a dönerken:

Gönül ister ki, Afrika nın kuzeyinden Endülüs e çıkayım

ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul a döneyim! diyerek doyumsuz fetih

arzusunu dile getirirken, gerçek bir Müslümanın ufkunun ne kadar geniş olması

gerektiğini de ortaya koymuş oluyordu.

Toprakları iki kat büyüten, Hâdimü l- Haremeyn ve halife

olan bu büyük kahraman hükümdar artık payitahta dönüyordu. Halk heyecanla

bekliyordu padişahlarını. Hazırlanmışlardı aylardır bayram yapmak için bu kutlu

dönüşe. En şaşaalı tören düzenlenmişti. Payitaht karşılamak için bekliyordu

padişahını. Ancak bir şeyi gözden kaçırmışlardı. Padişahlarının güçlü

sezgisini. Yavuz Sultan Selim bütün bunları tahmin ettiği için yol boyu planını

yapmıştı. Devlet işlerinde gösterişli, cengaver olan bu şanı büyük padişah,

hususî hayatında, mütevazi, utangaç, sessiz biridir. Bu yüzden böyle şaşaalı

törenlerden çekinmektedir. Tabii bir de nefsinin azmasından, mağrur olmasından,

kibirlenmekten de korkmaktadır. Bir yandan zaferleri kazanırken diğer yandan

nefsine yenilmek endişesi vardır yüreğinde Bütün bu sebeplerden dolayı gündüz

İstanbul a gelmemiştir. Geceyi beklemiştir. Gecenin sessizliğinde, usulca bir

kayığa binip, süzülüvermiştir saraya. Debdebesiz, şaşaasız Sabahleyin tören

için toplanan halk ve devlet erkânı öğreniverirler ki mübarek padişahları

sarayda. 

Halife Yavuz Sultan Selim

Yavuz un İstanbul a gönderdiği Ezher Medresesi âlimleri

yani Arap Uleması, Türk uleması ile birlikte İstanbul da bir toplantı yapar. Bu

toplantıda halifeliğin Sultan Selim e devredilmesi lehindeki dini esaslar tek

tek tesbit edilir. Sonra, Halife III.Mütevekkil Alâllah, Ayasofya Camii nde

minbere çıkıp, hilafeti Yavuz Sultan Selim e devrettiğini ilan ederek

sırtındaki halifelik hil atini çıkararak elleriyle bizzat kendisi Yavuz a

giydirir. Böylece halifelik Osmanlılara geçmiş olur. Bir rivayete göre de

Yavuz, Eyüb Camii nde yapılan bir törenle, hilafet kılıcı kuşanmıştır.  Namık

Kemal (1301:348). Evrâk-ı Perişan da: Sultan Selim, Abbasî halifesi olan III.

Mütevekkil i İstanbul a getirip hilâfet hakkını Osmanlı hanedanına bırakarak

sadece ruhanî başkanlık biatini ilga etmiştir. Bu da kendisinin hem İslâm ı

cem etme, hem de âleme hâkim olma maksadına en büyük bir temel olmuştur

şeklinde ifade eder. İstanbul ve Edirne yi makarr-ı hilâfet   olarak niteleyen Hoca Sa deddin, Ayasofya

Camii nde yapıldığı rivayet edilen merasimden Libâs-ı hilâfeti istihkak ile

telebbüs eylemişken dervîşâne kisvet ve libâsı ihtiyar etmişti şeklinde

bahsetmiştir. Halifelik Yavuz Sultan Selim le tarihe yazılmıştır. Ve tarihçiler

arasında da tartışıla gelmiştir hilafet Yavuz a devredildi mi devredilmedi mi

diye. Ama ondan önce de bu unvan Selçuklularda hatta Abbasilerde hükümdarlar

tarafından kullanılmıştır. Hatta hatta Yavuz dan önceki Osmanlı Sultanları da

bu unvanı kullanmışlardır. Sultan I. Murad gönderdiği Fetihnâmelerde Halife

unvanını kullanmıştır. Hakeza II. Bayezid de. II. Bayezid e A nî

Emirü l-mü minîn Halîfe-i bi-l-bâhire denilmiştir. Yavuz un tahta çıkışını

tebrik eden kız kardeşi İlaldı Sultan da mektubunda ona Cenâb-ı saltanat-

meâb-ı Hilâfet-âyât diye hitab etmiştir. Hafsa Sultan da eşi Yavuz a halife

diye seslenmektedir mektuplarında. Yavuz a Halife diyenler yalnız Osmanlılar değildi. İranlılar, Araplar,

Yemen ve Habeşliler dâhil herkes kendisine halife diye hitap edip

halifeliğini kabul ediyorlardı. Zaten Mekke ve Medine nin Osmanlıların himayesi

altına girmesiyle Osmanlılar Müslümanların ve Müslüman ülkelerin hamisi

olmuştur Müslümanların gözünde. Yavuz la başlayan bu halifelik, diğer

padişahlarla devam etmiştir. Osmanlı Devleti nin değerli tarih kaynaklarından

olan İbn. Kemal in Defter isimli 10 ciltlik eserinde Yavuz Sultan Selim ile

ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Çünkü Yavuz, İbn Kemal i bizzat kendisi Mısır

Seferine götürmüştür. Muhtemelen bu seferde olup bitenler arasında hilafetin

devri meselesi de vardı. Ancak ne yazık ki 1512 ile 1520 yıllarını ihtiva eden ve İbn Kemal in diğer ciltlerinde  VIII. Defter diye bahsettiği ve Yavuz Sultan Selim in Mısır Seferi ni ihtiva eden bu VIII. Defter

kayıptır ve maalesef hala bulunamamıştır. Diğer ciltlerin olup da bu VIII.

Cildin olmaması akıllarda bir soru işareti de bırakmıyor değil. Kim bilir bu

defterde belki de hilafetin devri konusu işlenmişti. Belge olabilecek nitelikte

olduğu için de belki bilerek saklandı veya yok edildi. Onca entrikanın döndüğü

hilafet meselesi Müslümanlar için olduğu kadar Hristiyanlar ve diğer devletler

için de önemliydi çünkü... Müslümanların ve de Türklerin güçlenmesini hele de

bu yönüyle güçlenmesini kaç yabancı ister ki Meşhur Osmanlı devlet adamı ve

tarihçi Lütfi Paşa nın (1488 1563) 1554 de birçok seçkin ilim adamıyla müşavere

ederek yazmış olduğu Halâs ül-ümme fi ma rifeti l-eimme adlı eseri,

Osmanlı nın Hilâfet Kurumu nu Abbasi soyundan gelen en son halife

Mütevekkil den devraldığını gösteren resmi değeri olan bir belgedir. Resmi belge

arayanlara, sadece bu risâlenin mevcudiyeti bile aslında yeterli olmalıdır der

Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, İstanbul, OSAV Yayınları, 1992,

C.V,s.270, sayfasında Halifeliği devraldı mı almadı mı konusunda yapılan

tartışmalar bazı tarihçilere göre de yersizdir. Çünkü hilafetin törenle

devredilmesine gerek yoktur. Hilafet şartlarına göre, İslam davasına sahip ve

kudretli Osmanlı sultanlarının fiilen olduğu gibi hukuken de halife olmaları

gerekir Yani Kılıç hakkı olarak adlandırılan ve güç kimin elindeyse hilafet de

onun hakkıdır demektedir bazı tarihçiler. Ancak Yavuz gibi gösteriş ve süsten, şatafattan hoşlanmayan bir padişaha

Hâdimü l- Haremeyni ş- Şerîfeyn olmak halife olmaktan daha önemlidir.  Yavuz Sultan Selim in hilafeti devralıp

almadığı yüzyıllardır tartışıla gelmiştir. Oysa o Hâdimü l- Haremeyni ş-

Şerîfeyn unvanını Halife unvanının yerine kullanmaktaydı. Yavuz ve diğer

padişahlara göre o mukaddes yerlerin hadimi olmak şerefli bir iştir. Halife

demek de zaten İslamiyet e dolayısıyla o kutsal yerlere de hizmet eden değil

midir