Yaşlı evleri

Abone Ol

BİR zaman geliyor ki yaşlı evi çekilmez olmakta.

Annelerimiz, babalarımız olsalar da

Hizmet aldığımız restoran, keyifle çaylarını içtiğimiz

kafemiz, bir anda ayak basmamak için türlü bahaneler bulduğumuz nahoş bir

mekâna dönüşebilmekte.

Oysa o evde prensesler gibi büyütülmüşsünüzdür, üzerinize

titrenmiştir, gül atılmamıştır ki, dikeni batmasın diye.

Öyle sevilip baş tacı edilmişsinizdir ki, bir daha

kimseler o kadar sevmemiştir sizi hayatınız boyunca.

Gerekçelerinizde haklısınızdır da.

Herkes kendi derdine düşmüştür, su ileri akar ya ,herkes

kendi prensesini el bebe gül bebe büyütmekte, suları geri akıtacak bir aygıt

olmadığına göre.

Ah, ağır hastalığında bile evladını görünce ayağa

fırlamaya çalışan yaşlılar.

Artık mutfaklarının restoran hizmeti veremediği, ortalık

temizlenmediğinden toz ordusu ile yarı viraneye dönen evler.

Sıcak yemeklere ya da ortalık temizlemeye hiç vakit

bulamayan orta yaşlı çocukların hep bir bahanesi vardır; toplantılar, iş

yemekleri, konferanslar

Uğrarlarsa eve, el atmaktan ölesiye korkan kırklık

kızlar, bu evde mutlu bir masal yaşadıklarını çocuklarına durmadan

anlatmaktadırlar oysa. Alt katında yemeklerin piştiği, üst katında misafirlerin

ağırlandığı, bahçedeki iftarlar, gül bahçesinde çay sohbetleri, şebboylar

arasına kurulan saclarda iki büklüm genç anne katmerler mi yaptı, ateşe kendini

mi attı, işte orası belli değildir ama harika bir mutlu çocuk tablosu armağan

etmek için adanmışlıklar yaşanmıştır cömertçe.

Yok, sabah erken çalan telefonla korkmaktadırlar, orta

yaşlı çocuklar; ya çınarlardan biri yıkıldıysa, yürekler ağza gelir, neyse ki

kendi çocuklarından birinin bir ihtiyacı vardır, onu söylemek için aramıştır.

Bazen bir suçluluk gelip yapışmaz değil, onlar çalışırken

bebeklerine bakmışlardır üstelik yıllarca, sanki 4 elif miktarı gibi dört ayı

bulan uzun yaz tatillerinde, o zamanlar orta yaşlı dede ve nineler, geceleri de

severek bakmışlardır torunlarına.

O kuşak kendi anne babalarının yaşlılığında çaresizliği

en fazla duyumsayan nesildir. Ebeveynlerini eve getirmeleri mümkün değildir,

damat yanında duramam diye inatlaşmaktadır o zamanın yaşlıları. Kızlar da ha

deyince yaşlı anne babalarının yanına koşamazlar, kocalarından izin almak için

alınlarının derisi çatlar. Ne tevafuktur ki sokağın kedisine sütünü verirken

ısıran hayvan için gittiği doktor;  hemen kuduz aşısı dediğinde, kadın bunu bir kazanca dönüştürmüştü.

Sadece Avrupa yakasında olan kuduz hastanesine, Anadolu yakasından kalkıp 2-3

saatte gidiyor, karnından iğne olup doğru anacığının yanına geçiyordu.

Annesinin son günleri idi, o kuduz iğneleri sayesinde 10 gün gidip gelip, anne

kokusunu alıp vefatında bulunabilmişti.

Eve gelen anneanneye deli divane olan annelerini izleyen

çocuklar bir asistan gibi gerekli dersi her zaman alamıyor tabii ki. Okuldan

geldiğinde kendisine çay yapmış genç kız, laf olsun diye soruyor babaanneye ,

içer misin diye, kadıncağız gözleri gülerek, içerim deyince torunda şok;

mutfağa gidip bir bardak çay doldurup gelecektir, incileri dökülecektir,

suratlar asılmıştır.

İlle de klozet sorunumuz diye anlatmakta arkadaşım,

yaşlı babası şiddetle karşı imiş klozete gitmeye. Kendisini delikanlı sanmakta,

ağrılı dizleri ile klasik tuvalete oturunca, mümkün mü bir daha kalkabilmesi,

hele bir de biraz ateşli ise, artık 2-3 kişi zor çıkarır onu oradan. Arada

tuvalete düşmekte, sesini duyuramamakta ve çocukları her seferinde sadece bu

konu için ona seslerini yükseltmektedirler.

Ah o devran ne tez dönmekte; ne tez yaşlılık,

hastalıklar, güçsüzlükler insanoğlunun başına üşüşmekte, çocuklarda kendilerini

hep genç kalacak sanmakta.