Yaşamdan Tasarruf Edilmez

Abone Ol

Şehrin merkezinde otobüs durağında beklerken derli, toplu kıyafetli bir hanım yaklaşıp usulca para istiyor. Belli ki dilenciliği meslek edinmemiş bir vatandaş. Zaten devletin sosyal hizmetlerinden faydalanıyormuş. Ama hayat şartları, devletten aldığı yardım yetmiyor. Ama buna takılmayalım. Asıl sorumuz şu olmalı: Neden eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan kendi gibi kulların önünde el açmak zorunda bırakılıyor? Neden bilmem büyük dev şirketler mallarına mal eklerken, servetlerine servet eklerken gayet asgari bir hayat yaşayan insanımız kendini geçindirecek elinin ekmeğini yiyecek bir işe sahip olamıyor?

Yıllar boyunca çalışmış emekli amcalar, teyzeler… Halk ekmek önlerinde geri kalan ömürlerini doldurmaya çalışırken artık elleriyle kazandıkları emekleri yetmediği için bir de ellerini başkalarına el açmak zorunda kalıyor. Vatandaşlarımızı üç harfliler çarpmadı ama yirmi yıllık kötü ekonomi politikası sonucu ‘üç hane’liler ezdi geçti. 

Devlet öğrenci yurdunda kalan bir öğrenci yazıyor. Eline geçen paranın bir kısmını kaldığı yurda verdiğini geri kalanını ise ancak yemeğe gittiğini, bazı geceler ise açlık hissetmemek için su içip yattığını, ailesinden ek gelir isteyemediğini, çünkü ailesinin durumunun olmadığını. Hani öğrenci kredilerini ve burslarını arttırdıklarını sevinç ve yaygara ile duyuruyorlar ya, onun için hatırlatalım. Birincisi öğrencilere verilen desteğin çoğu öğrenim kredisi yani okulları bittikten sonra belli oranda üzerine faiz eklenerek öğrencilerden tahsil ediliyor. Çok az kısmı da burs yani geri ödemesiz. Gençlerin geç evleniyor olmalarından şikâyetçiymiş gibi davranan iktidar bir gencin hayata atılabilmesini 30 yaş ve üzerine erteletmiş durumda. Üniversitesi biten genç emeğinin karşılığı bir iş bulabilirse ilk yaptığı iş eğitim-öğretim hayatı boyunca aldığı kredileri ödemek. Sonrası ise. Nasipse 30 ve üzerinde yaş için evliliği düşünebilir. 

Meclis’te gelecek yılın bütçe görüşmeleri devam ediyor. Bütçeden daha çok kavgalar ve saldırganlıklar, mahallelerde bile kalmayan düşük seviyeli tartışmalarla haberlerin konusu oluyor. Ne güzel! Kavgayı çıkart ülkenin kötü ekonomisinin üzerini ört, iki slogan attın mı, kendi kitleni konsolide et, hesap vermeye yanaşma, kur korumalı mevduatlarla gelecek nesillerin üretime yatırım yapma imkânını gasp et, muhalifleri hain ilan et… Nereye kadar?

Ülkede sıkıntı çeken sadece emeklilerle sosyal yardımlarla ayakta kalanlar mı? Tabi ki, hayır! Asgari ücretliler, çiftçiler, hayvan yetiştiricileri, sanayiciler, öğrenciler, EYT’liler… Kısaca ülkede bir avuç rantiyeciden başka herkes şikâyetçi. Rantiyecilerin dönemimizde renk değiştirmesi, kıyafet değiştirmesi sömürü sisteminin değiştiğini göstermiyor. Malum 28 Şubat sürecinde rantiyecilere karşı durup son yirmi yıldır onları ayakta tutan kitleye de hatırlatmamız bu olsun. Ülkede hâlâ sömürü sistemi devam ediyor. İnsanlar hâlâ emeklerinin karşılığını alamazken ellerinde hiç yeterlilik olmayan kişiler devlet dairelerinde, yandaş kuruluşlarda, bilmem ne vakfı, bilmem ne üyesi diye dört beş yerden maaş alıyorsa ortada büyük bir yanlış vardır. 

Oysa yaşadığımız dünyada “genel temel gelir” (Fransızcası; Revenu universel) denilen bir durum söz konusu. “Genel temel gelir” denilen şey bir devletin temel yaşam giderlerini karşılamaları için, çalışıp çalışmamalarına bakmaksızın, bütün yurttaşlarına ödediği veya ödemesi talep edilen ücret. Hani ailemizi parçalayan uluslararası metinleri, sözleşmeleri bir emirle Meclis’ten geçirmişti ya iktidar ve milletvekilleri, böyle faydalı olan konuları da ülkemize kazandırsalardı keşke! 

Şu günlerde ise asgari ücret ‘en asgari ne kadar olsun’ konusu komisyonlarda görüşülüyor. Aliya mealen der ki; bir lider, bir komutan, toplumu yöneten kişi; vatandaşın, askerin yediğinden yemeli, hizmet ettiklerinden farklı ve lüks bir şey tüketmemelidir. Bu konuda Aliya’nın emrinin altındakileri, argo tabirle “fırçaladığı” da kayıtlarda duruyor. Bu anlayıştan yola çıkarak, itibardan tasarruf edilemeyen ülkemizde asgari ücret yaşamdan tasarruf edilemeyecek düzeyde olmalıdır. Yani insanımızın refahını sağlayacak düzeyde olmalıdır; en temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı oranda değil! Şu teklifin masada konuşulması gerekiyor; “Bu ülkenin tüm vatandaşları olarak bu ülkenin havasını soluyup, suyundan içiyorsak, bizi yönetenlerin eşleri Paris’lerden aldıkları çantaları kullanıyorsa, asgari ücretle çalışanların eşleri de istediğinde Paris’ten çanta alabilmelidir. Teklif çok mu şaşırtıcı geldi? Hiç de şaşırtıcı olmaması gereken bir durum. Ülkeyi yönetenler birtakım refahı lüks bazında tüketebiliyorsa bu, ülkenin kaynaklarının var olduğunun ispatıdır. Ülkede geçen sene en fazla büyüyen bankalar, kârlarını beş kat artırabiliyorlarsa bu, ülkenin kaynakları her insanını refah içinde yaşatacak kadar büyük demektir.

Ve biz içimizden şiir okuyarak direnmeye devam edelim:

“reddetmek gerekiyor kimi taşları ve şeyleri
sözgelimi sapan taşını
-o göz çıkarır sadece-
ortadaki gök kasabı gökdeleni
tanrısız tecim evlerini caminin hemen önündeki
ana caddedeki aykırı kadın salınışını
yanlış konumunu gülün evlerde bahçelerde
ve hatta parklarını bile bu taş mekanın
reddetmek gerekiyor”*

*İlhami Çiçek, Satranç Dersleri