Yardım değil yardımlaşma!

Abone Ol

Tefsir alanının demirbaş isimlerinden olan Zemahşerî (ö. 1144) Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’e yazdığı bir şiirinde, değersiz kişilerin yüksek makamları işgal ettiğinden şikâyette bulunur; kendisinin üstün meziyetlerinden dolayı lâyık olduğu makama getirilmesini ister! Fakat muhtemelen kendini övmede aşırı gitmesi ve Mûtezilî olmakla iftihar etmesi gibi sebepler yüzünden beklediği ilgiyi göremez. Bunun üzerine de Hârizm’den ayrılır.

Bu “hal” bana hiç de yabancı gelmedi. “Dün” olduğu gibi “bugün” de aynı duyguları yaşayan “değerli” olduğunu söyleyen ve hatta gerçekten çok değerli olan insanlar var. Hatta Ebû Hanîfe gibi devletten ve devletlûlerden uzak durmaya çalışan insanlar da mevcuttur. İlim âlemi, benzer birçok örneğe sahnedir.

Günümüzde de herhangi bir “istifham”a mahal bırakmadan benzer yaklaşımları sergileyen birtakım idareciler yüksek makamları işgal etmektedirler. Şahsen ben, Keşşâf’ın müellifi Zemahşerî’ye böyle bir tavrı yakıştıramadım. Bu bahs-i diğer! Ancak kaynaklarda, fakirlik içinde büyüdüğü için, refah içinde yaşama arzusu, devlet adamlarına karşı methiyeler yazmasına sebep olduğu belirtilmektedir.

Fakat bir müddet sonra gördüğü rüya üzerine, devletlûlere methiye yazmamaya ve onlardan ikram ve yardım talebinde bulunmamaya karar verir. “Müfessir Zemahşerî”ye yakışan da budur! Zaten “isteyen durumu”nda olmayınca, bilâhare bahtı da açılmıştır.

Demek ki tarih hep tekerrür ediyor. “İbret almak” ise ayrı bir hikâye! Hayatın “gizli” dehlizlerinde kimler nasıl bir hayatı yaşıyor, kimler nasıl bir ıstırabın içinde kıvranıyor, bunlar bizim meçhulümüz!

Her şeyin güya ayan beyan olduğunu var sayılan günümüz dünyasında kim bilir neler gizliliklerini korumakta ve kimler ne gibi acıların içinde kıvranmaktadır. Biz bunları bilmiyoruz. Bilmemiz de mümkün değil! Yardım etmekte ve görüp kollamakta, “en yakından başlanması” ifadesinin özellikle öne çıkarılması boşuna değildir.

İnsan kendini bazen öyle bir konuma yerleştiriyor ki sanırsınız her şeyin bilgisine vâkıf! Oysa gördüğü hatta bildiğini sandığı şeyin ne kadar doğru olduğu bile meçhuldür. Kişi kendini “dar dünyası”na öylesine hapsetmiştir ki onun dışında hiçbir şeyi görmez olur.

“Yardım” tek taraflı bir eylemdir. “Yardımlaşma” ise iki veya çok taraflı bir olguyu ifade eder. Onun için yardım, muhtaç olana bir şeyi vermek değildir. Kim bilir belki de “yardım eden”, “yardım”a daha muhtaç olduğu için “yardım etme” duygusu daha ön planda tutmaktadır.

“Yardım etme” makamında olan bir insan için “yardım etme” bir ihtiyaçtır! Yardım edilen kadar yardım eden de bu insanî duyguya muhtaçtır. Bu yüzdendir ki bu “eylem”in adına “yardımlaşma” denmiştir. Kelime bu haliyle işteşlik bildirmektedir. Her iki tarafın da bu duyguyu bizzat yaşaması ve mutlu olması anlamına gelir.

Bunun için sosyal hayatta “yardımlaşma” deriz, “paylaşma” deriz, “uzlaşma” deriz, bunlar insan olmanın olmazsa olmazlarıdır. “Yardım etme” insanî bir haldir. Bu halin yaşanması için Allah insan böyle bir “duygu” ve “imkân” vermiştir. Bazen acılar bazen da mutluluklar paylaşılır! Bunun farkında bile olmamak ne kötüdür.

Bu bağlamda “devletlû olmak” bir imtihandır. Yönetim makamında olmak, halkın, milletin imkânlarının doğru bir şekilde kullanılmasını ifade eder. Buradaki imtihan çok “zorlu” bir imtihandır. Bunun farkında olmamak veya bu makamları kötüye kullanmak “insanca” bir tavır değildir. Çünkü böyle bir durumun ortaya koyduğu husus hem kişiyi hem de toplumu rencide eder. Bunun için de vebali çok ağır olsa gerektir.

Hayat öylesine iç içe geçmiştir ki hiçbir kimse istemekten, vermekten, almaktan, yardımdan, paylaşmaktan müstağni değildir. Ne kadar büyük imkânlara sahip olursanız olunuz bu duygulara ve onun yansımalarına muhtaçsınızdır.

Önemli olan insanî duyguları yaşamaktır: Şu örnekte olduğu gibi, eğer “insanî duygu”yu taca atarsak vay halimize! “Küçük bir kız, sokağın köşesine oturmuş, yiyecek, para ya da alabileceği herhangi bir şey için dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık elbiseler vardı. Yüzü gözü kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı.

Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı ve zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti ama belli etmemek için dönüp bir daha bakmadı.

Geniş ve lüks evine konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde çok güzel hazırlanmış bir akşam yemeği onu bekliyordu. Fakat az sonra gördüğü o dilenci kız aklına takıldı. Duyguları bir şeylere itiraz ediyordu.

Sonra kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren o değil miydi İçin için ona karşı gizli bir haykırışta bulundu:

“Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun, niçin o küçük kıza bir şeyler yapmıyorsun ” diye isyan etti. Biraz sonra ruhunun derinliklerinden gelen şu cevapla farkın farkına vardı: “YAPTIM, SENİ YARATTIM YA!”