Türkiye uzun yıllardır terör, ekonomik sıkıntılar ve sosyal bunalımlarla boğuşuyor. Gerçeklikten kopuk, ayakları yere basmayan politikalarla her şeyi hoyratça tüketiyoruz. Bunca yıldır terbiye, meşgul etme ve ayar verme aracı olarak kullanılan terör yüzünden on binlerce insanımızı kaybettik. Giden canlarımızla elbette kıyaslanmaz ancak maddi kayıplarımız da bizi derinden sarsmaya devam ediyor. Devletin, özel sektörün, her bir insanımızın borcu günden güne katlanarak artıyor. Şimdi de daha kolay ve sürdürülebilir borçlanma için Varlık Fonu’muzu kurduk. Borç artık kamçımız değil, tam anlamıyla baş belamız oldu. Müflis evlat gibi evdeki televizyona, kanepeye gözümüzü dikmiş durumdayız.
İki büyük savaş yaşayan dünya etnik kimlikler üzerinden haritaların çizildiği dönemi daha da renkli(!) hale getirdi. Artık ayrışmak için soy, sop, mezhep farklılıklarına ihtiyaç yok. Dert kamplaşma olduktan sonra mutlaka bir gerekçe bulunabiliyor. Kavram kargaşalarının, içi boşaltılmış tanımlamaların, herkese göre farklılaşan aynı değer yargılarının son sürat değiştiği bir hayatı yaşıyoruz. Coğrafya olarak çok çetin mücadeleler verdik. Ayakta kalmamızın bedeli ağır oldu ama bu bedeli ödedik. Şimdi daha fazla bedeller ödememizi istiyorlar. Sevr’in, Sykes-Picot’un yeniden canlandırılma girişimleri ayan beyan ortada. Sorun şu ki; yüzyıl önce teçhizat, mühimmat vesaire açıdan zayıf olmamıza rağmen daha güçlüydük. Ancak bugün sözde daha güçlüyüz ama yüzyıl önceki irademiz var mı emin değilim. Bütün bunları neden söylüyorum? Aklımızı, muhakeme yeteneğimizi, tarihsel gücümüzü kullanmaktan aciziz. Kurulan bubi tuzaklarını dikkate almadan hayatta kalacağımızı zannediyoruz. Adım adım etrafımız kuşatılıyor ve kuşatmayı yarmak için doğru planları devreye alamıyoruz. Dost-düşman tanımlamalarını yaparken diplomatik dil ve vizyoner bakıştan uzağız. Her yıkılan şey iyidir diyerek teamülleri alt-üst etmeyi marifet kabul ediyoruz. Her şey bizden sorulur havasındayız. İsrail’le ilişkilerini normalleştir diyen iradeye boyun eğiyor ve aynı iradenin İran’la bizi karşı karşıya getirme oyunlarına sessiz kalıyoruz. Irak’ta çizilen karizmamızı Suriye’de yerle bir ettiler ve biz hala bölgemizi ateş topuna çevirenlerin sorunu çözebileceği gibi bir yanlışta ısrar ediyor, onlardan medet umuyoruz. Suriye toprakları bayrak dikmek için yarış alanına döndü gibi açıklamalarla spiker gibi davranıyoruz. Terör örgütü göz göre göre legal zemine taşınıyor ve biz hala iç kamuoyunun algılarına oynamakla meşgulüz. Sözde Almanya ve Avrupa’ya kafa tutuyoruz ancak Dışişleri Bakanlığı’nın olduğu yerde AB Bakanlığı neden var sorusuna cevap veremiyoruz. Sorunları tespit etmede, teşhiste yaptığımız hatalar, bizi yanlış sonuçlara götürüyor ama muzaffer komutan edasıyla gezmeyi iyi beceriyoruz.
Bizler bu millet için Allah’ın bir lütfuyuz havasında olan iktidarın narkozla bezenmiş, hipnoz kokan açıklama ve uygulamalarına karşı savunmasız bir toplum olarak sonumuzu gözlüyoruz. Tek doğru kendileriymiş, bunca yanlışlarına rağmen sütten çıkmış ak kaşıklarmış gibi milletin kodlarıyla oynamaya devam ediyorlar ama bizler başımızın kılıçla kütük arasına sıkışmasını bekliyoruz. Hiçbir uyarıyı dikkate alacak durumda da değiliz. Varsa yoksa kendi egomuz üzerine inşa ettiğimiz fildişi kulelerde ilelebet buraların sahibi biz olacağız edasıyla böbürlendikçe böbürleniyoruz.
Alev Alatlı’nın dediği gibi yasal olan ama helal olmayan yollara tevessül edip ahiret yokmuş, ölüm yokmuş, sorgu, sual yokmuş gibi günümüzü gün etmekle meşgulüz.
Ne demişti İsmet Özel;
“Kardeşler! ” deseydim “Kardeşlerim! ”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan”