Ve Sen Ey Zulmün Ta Kendisi… Siz, Varlığı Zulüm Olanlar!

Abone Ol

Siz, masallarla uyutulmuş bir coğrafyanın çocuklarısınız. Biriktirdiğiniz saçma sapan masalları bu coğrafyanın gariban insanına anlata anlata büyüdünüz, dayata dayata yaşadınız. Devler, yaratıklar, kaf dağları ve onun ardındaki birtakım mahluklardan söz ettiniz. Sözün egzotik tarafı size kulak kabartanları cezbetti. Masal dinlemeden, masalınıza aldanmadan, irisleri irileşip yorulmadan uyuyamaz oldular. Heyhat uyku vazgeçilmezleriydi, uyumadan yaşayamayacaklarına inandırıldılar. Her masalınızda klasik koşullanmalarla şartlarınıza uydurduğunuz ve rahatça uyuttuğunuz insanları Pavlov olduğunuz fikrine alıştırdınız. Masal okudunuz inandılar, masal uydurdunuz uyudular, masal kahramanı olduğunuzu söylediniz, size uydular… Apokaliptik bir masalın uydusu olduğunuzu sandınız, sanrılara kandılar. Masal dinleye dinleye büyütülmüştünüz; ezberlediğiniz masallar asırlardır gerçeğin sadece gölgesiyle yetinenlere berrak bir su gibi göründü. Daldılar, inandılar, kandılar.

Yüz elli yıl değil, iki yüz elli yıl değil belki bin yıldır size hiçbir şey hikaye edilmedi. Siz hikayelerin, romanların yanına bile yaklaşamadınız. Edebi bağlamda bir hikayeniz, romanınız bile olmadı. Sadece masallarla iktifa ettiniz. Peri kızlarına, üç çatallı dillerinden alev saçan devlere, hiçbir coğrafyada bulunmayan, dünyada yer tutmayan dağlara inandınız. İnandıklarınız elbette size kalmadı, inandırdınız. Ama iştigal ettiğiniz asla hikayeler olmadı; bir masal hülyasında yalanın esiri oldunuz. Sonra yalanlar sizin eserinize dönüştü. Sesiniz, sözünüz, görüntünüz, varlığınız bir yalanın farklı varyasyonları olarak feveran etti. Köpüren İsmet beyin şiir dilinde söylediği gibi salt köpürtücü bir hayatın nadası değil sizin kokuşmuş ağzınız ve ondan dünyaya doğru huruç edenler oldu. Bu dünyaya fırlayarak, fırlatılarak çıktınız ve sizden mamül her şey dünyaya doğru, hayata doğru, insanlara doğru fışkırdı. İnsan evrenine sahip değildiniz; insan görünümlü birer ifrazattınız. Yeryüzünü hayasızca ifrazata boğdunuz.

Eskiden dünya bayındır bir yerdi. Onu varlığınla kirlettin. Ve sen önüne çıkan her şeyi yakan, yıkan, talan eden, kullanılmaz hale getiren, yok eden ve kendini ancak yok etmekle var eden, neyi niçin tahrip ettiğini bilmeyen, hiçbir zaman da bilmeyecek olan, sorgulamayan ve sorgulamaya, düşünmeye karşı olan, aklını değil aldığı emri uygulayan küçük boylu, küçük beyinli bir Moğol askeri gibi davranmaya devam ediyorsun. Yaratıcısı tarafından insanın kullanımına sunulmuş ve tüm hakları nesilden nesile aktarmakla mahfuz olan toprağı, suyu, havayı tahrif ediyorsun. O toprak, o gasp ettiğin ve insanın kullanımından çıkardığın, üstüne beton döktüğün araziler ne zaman senin oldu? Ne kadar elinde kalacak? Senin kaç neslin hüküm sürecek bu dünyada? O verimsizleştirdiğin, işleyenin elinden aldığın, kullananını yine beton duvarlar arasına canlı canlı defnettiğin araziler, satıp savdığın ve bir defaya mahsus menfaat elde ettiğini zannettiğin mülkler ne zamana kadar sana kalacak? Hayır, sen bu dünyadan ölüp gitmeyeceksin! Ölüm, yaşamak onurunu öyle ya da böyle insanca elinde bulunduranların harcıdır. Ölümü sana yakıştıramıyoruz. Çünkü sen varlığı insan huzurunun, hayır, herhangi bir canlı yaşamının hilafına olansın. İnsana rağmen bu dünyada yaşadın, hüküm sürdün. Nasıl oldu da oldu? Bu toprakların çoktan unuttuğu ve ancak bir masal havasında anlatılan Moğol sürüsü gibi, her an yaşadığımız ahir zamanın ye’cüc ve me’cücü gibi. Moğol sürüsünün güncel anlayışla karşılanabilecek bir tarzı, bir yordamı vardı. Sadece uzun süre kullanılamayacak hale getirir, yakar, yıkar; ama yerleşmez, hüküm sürmeyi denemez, çeker giderdi. Sen her şeyi, eşyayı, tabiatı, insanı, kavramı; sen her bir değeri iç ettin, iğdiş ettin. Sen yeryüzünün bütün suyunu içtin, bütün havasını soludun, bütün nimetini yedin bitirdin. Doymadın. Doymayacaksın. Biliyoruz, kanmayacaksın. Kullanamayacağın hiçbir kavram, hiçbir kutsal, yaratılmış yahut üretilmiş hiçbir şey yok. Sen hepsi bana hizmet etsin, tüm bunlar tam da benim için var edilmiş zannediyorsun. Bilmiyorsun. Gebereceksin! Hayır, bırakılacağın, yatacağın, üstüne atılacak toprak senin değil. Bir sor bakalım o sormadıkça dilinden tek sözcük alınmayan toprağa, sana değecek olmaktan ne kadar memnun?

Hayır, siz masalların çocuklarısınız. Diliniz, dininiz, şayet varsa gönlünüz masaldan ibaret. Hiç hikayeniz olmayacak. Siz kendiniz masalsınız. Devliğiniz, gücünüz, tıynetiniz ezberlediğiniz masallar kadar. Böylece sizden korkulduğunu, korkutabildiğinizi zannettiniz. Masaldan ibaretsiniz, neyinizden korkulsun? Siz ancak tek başına ormanın kuytularında yol almaya meyyal, balolarda, kulüplerde ayakkabı düşürmeye teşne ergenlere nüfuz edersiniz. Masaldan ibaretsiniz ve elbette, Allah’ın izniyle biteceksiniz. Siz, varlığı zulüm olanlar… Ve sen ey zulmün ta kendisi.