Ezelde yalnız Yüce Allah vardı. O, bilinmek istedi... Tabi bilinmesi için başka varlıklar da olmalıydı... Öyle ya kendisinden başka Hiçbir varlık yoksa, nasıl bilinebilirdi?.. Elbette ki bilinmezdi.
Bir hadis-i kutside şöyle buyurdu Yüce Allah, ‘Ben bilinmez bir hazineydim, bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım ve onlar beni bildiler.’
İşte bu vesile ile sonsuz kudretiyle âlemler yarattı. Yani bütün bu varlık âlemini. Kâinat'ı, Âhiret'i ve diğer âlemleri... Öyle ki on sekiz bin âlem zikredilmiştir.
Peki, bütün bu mahlûkatı nasıl yarattı Yüce Allah? Yerleri, gökleri ve onların arasındakileri; hayvanatı, nebatatı, insi ve cini? Acaba nasıl yoktan var etti!..
Buyurdu ki: ‘... Biz her şeye kadiriz.’ (Mearic/40) ‘Bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman sözümüz ona sadece: “Ol!” dememizdir. O da hemen oluverir.’ (Nahl/40)
Evet, ‘Allah, gökleri ve yeri yoktan var edendir...’ O'nun yaratması “Ol!” emri ile olmuştur. ‘O, göklerin ve yerin eşsiz ve örneksiz yaratıcısıdır. Bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece ‘Ol!’ der ve o hemen oluverir.’
Tabi yarattıklarının kendine has birtakım özellikleri de olacaktır illa ki. Mesela: ‘Düşünüp öğüt alırsınız diye biz her şeyden çift çift yarattık.’ buyurmuştur. (Zariyat/49).
Bu anlamda mahlûkatın temelde iki ana âlem olarak yaratıldığı görülüyor. Tariflerini izahta kelimelerin kifayetsiz kaldığı, akılların dahi idrakte zorlandığı devasa iki ana âlem: Kâinat ve Âhiret...
Bunların da her birinin kendi arasında ikişer âlemden ibaret yaratılmış olduğu görülüyor. Şöyle ki Kâinat, madde ve mânâ, Âhiret ise Cennet ve Cehennem’den ibaret yaratılmıştır. Benzeri örneklemeler diğer tüm varlıklar üzerinde de tasvir edilebilir.
Öte yandan her bir âlemin bünyesinde yine her biri farklı farklı âlem olarak nitelendirilen türlü türlü varlıklar yaratılmıştır. Mesela, Madde Âlemi’nde hayvanat, nebatat gibi canlı; taş, toprak, hava ve su gibi cansız varlıklar, Mânâ Âlemi’nde ise melekler ve cinler gibi varlıklar yaratılmıştır.
Bir de tabi insanı yaratmıştır Yüce Allah. İnsanın en büyük özelliği hem madde ve hem de mânâ âleminin ortak varlığı olmasıdır. Şöyle ki: İnsan, ruh ve beden olmak üzere çift boyutlu yaratılmıştır. Ruh, Mânâ, beden ise Madde Âlemi’nin varlığıdır. Bu özellik, sadece insana mahsustur. Onun imtihana tabi tutulmasının en önemli nedeni de bu olsa gerektir.
Ayet ve hadislerden Mânâ Âlemi’nin Madde Âlemi’nden önce yaratıldığı anlaşılmaktadır. Bu demektir ki melekler, cinler ve ruhlar, Madde Âlemi’nden önce yaratılmıştır. Dolayısıyla insanın ruhu da beden boyutundan önce yaratılmıştır denilebilir.
…
Mahlûkat, yaratıldığı andan itibaren zaman mefhumu da ilerlemeye başlamıştır. Yani zaman da bir mahlûktur ve ‘Ol!’ emri ile saniye saniye, dakika dakika, saat saat, gün gün... ilerlemeye başlamıştır. Süreç içerisinde Madde Âlemi, evrilerek, yıldızlar ve gezegenler oluşmuş ve nihayet Dünya gezegeni canlıların yaşayacağı kıvama erişmiştir. Tabi ki her hadise, Yüce Allah'ın dilemesi ile vuku buluyor ve bulmaya da devam edecektir.
İnsanın yaratılışı
İnsan, madde boyutuyla yani beden olarak henüz yaratılmamış iken yeryüzünün mukimleri cinlerdi. Cinler, Mânâ Âlemi'nin varlıkları olduğundan onlar, Sema’da dolaşabiliyor ve meleklerin meclislerine iştirak edebiliyorlardı. Ancak sonraları yeryüzünde bozgunculuk çıkarmışlar ve bundan dolayı da bu lütuftan men edilmişlerdi. (Cin Suresi)
Yüce Allah, ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’ buyuruyor (Zariyat/56) Buradan cinlerin de imtihana tabi oldukları anlaşılıyor. İmtihanın söz konusu olduğu yerde ise Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını kullarına ulaştıracak elçilerin de olması gerektiği düşünülmelidir. Bu anlamda cinlerden ismi Azazil b. Haris olan bir cin vardı ki o, muhtemelen cinlerin ilki ve de peygamberiydi. Yani Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını diğer cinlere ulaştırması için görevlendirdiği elçisi.
Yüce Allah, elçilerini meleklerden üstün kılmıştır. O nedenle Azazil, melekler katında bulunabiliyor, onların meclisine iştirak edebiliyordu. Bir vakit Yüce Allah, insanın beden boyutunu yaratmayı murad etti. Sonra dilediği bir zamanda ilk insanı (Âdem’i) topraktan yarattı ve ona ruhundan üfleyip can verdi. Daha sonra Azazil'in de hazır bulunduğu melekler topluluğuna hitaben Âdem için saygıyla eğilmelerini emretti. Melekler bu emre itaat ettiler ancak Azazil karşı geldi. Bu sebepten Yüce Allah, ona kovulmuş şeytan anlamında ‘İblis’ diye hitap etti.
Bu hadise, Hz. Peygamber’e şöyle bildirildi: ‘Hani Rabbin meleklere: “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin!” demişti. Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler. Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı. Allah, “Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne? Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (Hicr/28-32)
İblis dedi ki: “Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın. (Araf/12) Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.” Allah, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun. Şüphesiz hesap gününe kadar lanet senin üzerinedir. (Hicr/33-35) Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın.” dedi.’ (Araf/13) İblis, “Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi. Allah da: "O halde sen, vakti (yalnız tarafımca) bilinen o güne kadar mühlet verilenlerdensin." dedi.’ ‘İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlasa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım.’ (Hicr/36-40) ‘Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenler bulmayacaksın.” (Araf/16-17) ‘Allah, dedi ki: “İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur. Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. (Hicr/33-35) Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” (Araf/18)
...
Yüce Allah, meleklere çamurdan bir insan yaratacağını bildirdiğinde onlar, gayri ihtiyari birtakım endişelerini dile getirmişlerdi. Ancak daha sonra Rablerinin uyarısı karşısında hatalarını anlayarak, pişmanlıklarını dile getirdiler. Bu husus, Hz. Peygambere şöyle bildirildi: ‘Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tespih ve takdis ediyoruz.” demişlerdi. Allah da: “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” demişti.’ (Bakara/30)
‘Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin!” dedi. Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin.” dediler. Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.’ (Bakara/31-33)
Devam edecek