Vahşi kapitalizmin esir aldığı ruhlarımız!

Abone Ol

Fatih Sultan Mehmet, tebdili kıyafet ederek Edirne’de esnaf pazarına gider. Girdiği ilk dükkandan bir şeyler satın almak ister. Temiz yüzlü esnaf, tanımadığı Padişah’a istediklerini verir. Tebdil gezen Padişah, bir şey daha istediğinde ise, “Kusura bakmayın beyzadem. Ben siftah ettim. Hemen yanı başımdaki dükkandaki esnaf kardeşim ise hala siftah edemedi. Dilerseniz, söylediğiniz diğer malları da o dükkandan satın alır mısınız?” der.

İşte esnaf raconunda Ahilik kültürünün temelinin nasıl atıldığının belgesidir bu diyalog. Vahşi kapitalizm, tüm ruhlarımızı esir aldı. Vahşi kapitalizm, bizi biz yapan bu değerlerin tamamını unutturdu, tarihin sayfalarına gömdü. Vahşi kapitalizm, her şeyimizi aldı… İnsanlığımızı, empati yapabilmemizi, digergamlığımızı, bir başkasının yerine kendimizi koyabilmeyi, yardımlaşmayı, dayanışmayı.

Vahşi kapitalizmin esir aldığı ruhlarımız, artık bir başkası gibi düşünmeyi, onun sıkıntılarına ortak olmayı, onun mutluluğunu paylaşmayı, onun üzüntüsüyle kederlenmeyi bıraktı. Bir benlik ve enaniyet duygusu tüm benliğimizi bir zehirli sarmaşık gibi sarıp sarmalamış durumda.

Vahşi kapitalizmin böylesine hortlamasının bir başka nedeni de, özellikle son 10 yıldır her yerde mantar gibi biten alışveriş merkezleri.

Alışveriş merkezleri, albenili, cafcaflı, yaldızlı, havalı görünümleriyle bizim satın alma dürtülerimizi harekete geçirmek ve bizleri alışveriş canavarı yapabilmek için tüm haşmetini kullanıyor.

Alışveriş merkezleri, vahşi kapitalizmin kirli sarmalında ruhlarımızı ve bedenlerimizi eritebilmek için devasa bünyelerinden beyinlerimize zehirler enjekte ediyor. Alışveriş merkezleri, şehrin göbeğinde sahiciliği, güzelliği, paylaşmayı bilen bakkal amcayı bitirmek, yok etmek için uğraşıyor.

Bakkal amca, güzelliği,  saflığı, paylaşmayı, dert dinlemeyi temsil ederken, alışveriş merkezleri ise sürekli alışverişi, kredi kartı ekstrelerini, çılgınca bir tüketim kültürünü temsil ediyor. Bakkal amca samimiyeti, “Cebinde para yoksa sonra da verirsin” zihniyetini ve hoşgörüyü simgeler. Bakkal amca “Veresiye kültürünün” simgesidir…Eminiz ki, İstanbul’da her bakkalda ay başını zor getiren, geçinebilmek için çırpınan, asgari ücretliler, emekliler ve çalışanlar için açılmış bir veresiye defteri vardır. Zaman zaman televizyonların ana haber bültenlerinde, durumu yerinde bazı vatandaşların bakkal defterindeki tüm borçlarını sildiğiyle ilgili haberler de izlemekteyiz.

Ama, alışveriş merkezlerinde cebinizde para yoksa alışveriş yapamazsınız. Kredi kartınızdaki limit yeterli değilse, kasaya yaklaşamazsınız. Alışveriş merkezleri, parası olanlar için bir çağdaş tapınma merkezleridir.

Bütün bunları niye yazdık….Önceki günlerde bir televizyon kanalında bir vatandaşı dinledim… Vatandaş, alışveriş merkezlerini öylesine anlatıyor ki; sanki ağzından bal damlıyor. Alışveriş merkezlerinin faziletleriyle ilgili kafamızı kurcalayacak olmadık tespitlerde bulunuyor. Alışveriş merkezleri, bir sosyal ve kültürel gereklilik imiş… Alışveriş merkezleri, sadece bir alışveriş kültürü oluşturmuyormuş, aynı zamanda insanların sosyalleşmesini sağlıyormuş.

Sözlerinin arasında geçtiğimiz yıl bir alışveriş merkezine giden insan sayısıyla ilgili bilgi verdi. Bu sayı kaçmış biliyor musunuz? Tam 22 milyon….

Yani, 22 milyon insan, alışveriş merkezine, alışveriş yapmak veya yapmamak için gitmiş durumda.

Çağdaş vahşi kapitalizmin insanları nasıl çıldırttığını görüyor musunuz? Bir sene içinde İstanbul’un nüfusu kadar bir insan kitlesi, bir alışveriş merkezine gidebiliyor, bu sahte dünya içinde kendisine yön tayini yapabiliyor.

İnsanımızı tüketim çılgını yapabilmek için bunların girmedikleri kılık olmaz. Ne demişti Napolyon Bonapart: “Para, para, para”…

Bunların bildiği tek değer budur!