Ustaların İzinde Edebiyat Mevsimi

Abone Ol

“Modern edebiyatların ıstırabı, ıstırabın edebiyatını yok saymasından, acının oldurucu gücünü, dolayısıyla tahammülü, tevekkülü, tefekkürü ve en önemlisi şefkati, merhameti esirgemesi insan yüreklerimizden. Vaktin oğulları olmak için vaktin babaları olan ecdad silüeti ‘can’ bulmalı gönlümüzde yeniden. Görülenin ötesine ayarı gönül saatiyle şükran yazgımızı tazeleyen, bir karıncaya ulu nazar sarf eden, bir bakışta asıl sahibinin sonsuz gülümseyişini seyreden ince dakik soylu ruhlar geçmeli düşlerimizden. Tevazu, itimat, diğerkamlık duygularımızı tetikleyerek ahlaki bir silkinişle bizleri vaktin oğulları kılacak, bilgi suyun sakası olduğumuzu hatırlatacak hemhalliklere ihtiyacımız var.

Bunun içindir ki Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil… diye tutturmamız. Belki özümüzü şefkatle mayalayan o ruh dostluklarını yeniden tesis edebiliriz umuduyla.”

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi Başkanı Sayın Mahmut Bıyıklı Bey, “Edebiyat Mevsimi, 5. İstanbul Edebiyat Festivali” temelinde 18-23 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilen “Ustaların İzinde” etkinliğini yukarıda alıntıladığım ifadelerle takdim ediyor. Metinde geçen “vaktin oğulları”, “suyun sakası” nitelemeleri rahmetli Fethi Ağabeyi hemen tedai ettirdiği için, onun ruhaniyeti kendiliğinden ve doğal olarak etkinliğe nüfuz ediyor.

Vize sınavları ve yazılı kağıtlarını okuyup zamanında teslim etme hengamesi içinde, ancak Nuri Pakdil’e ayrılan programın son oturumuna katılabildim. Doğal olarak ayrılan süreye riayet etme, bu tür toplantılarda daima dikkat ettiğim bir ilkedir. Kaldı ki, etkinliğin güttüğü maksat, bir yandan hatırlatma diğer yandan bilgilendirme olmalıydı. Buna şiddetle ihtiyaç olduğunu üniversiteye gelmiş gençlerin el yordamı kabilinden arayış heyecanlarından gözlemlemek mümkün. Derslerin başladığı ilk günlerde Hukuk Fakültesinde bir öğrencimin, ders bitimi dışarı çıkarken kapı eşiğinde apansız; “Hocam, Necip Fazıl ile yüz yüze görüştünüz mü ” şeklindeki sorusu, içlerindeki serazatlığı ifşa ediyor gibi gelmişti.

Sanat-edebiyat ve düşünce konusunda bir hafıza sürekliliğimizin belirgin ve muhkem bir temelde seyrettiğini söylemek pek gerçekçi gözükmüyor bana. Sıçramalar şeklinde ve tek boyutlu tarzda, o da apansız olarak ortaya çıkıyor, bir süre oyalanılıyor ve kızgın kuma dökülen bir tas su gibi sessiz sedasız çekiliveriyor. Sanat-edebiyat bakımından bu hal, ansızın gelen nöbetler gibi birden depreşiyor, hatırlandı demeye kalmadan gündemden çıkıveriyor ya da birilerince hışımla örtbas ediliveriyor.

Umarım TYB gibi kuruluşlar “Edebiyat Mevsimi” tarzındaki etkinlikleri, hafıza ve bilinç sürekliliği sağlayıcı nitelik ve vüs’atte gerçekleştirmeye başlarlar.

Gözlemlediğim ve yaşadığım ölçüde Nuri Pakdil’in “Edebiyat”ın neşvünema bulma çabasını aktarmaya çalıştım. Zamanın kısıtlı olması dolayısıyla Edebiyat ve Nuri Pakdil’in ’60 ve ‘70’li yıllarda önayak olduğu bir hususu da işaret etmek gerekiyor. Kuşkusuz Edebiyat, İslam’ın inanç boyutunu mahfuz tutarak ve bağlı kalarak, uygarlık boyutunu gündeme taşımada belirgin bir işlev üstlenmiştir. Neredeyse bir avuç memur ve üniversite öğrencisi temelinde, bir bilinç ayaklanmasının kıvılcımını, hatta ileride ışıldayacak ateşini yakmışlardır. Aslında devrimci sol – tutucu sağ tuzağına aydınların düşmemesi gerektiğini ileri sürüp bunda diretmiştir. Sonraki yıllarda yaşanan siyasal-toplumsal olaylar, bu direnişin haklılığını gösterdiği gibi, bugünlere yansıyarak verimin bereketini de içinde taşımıştır.

Nuri Pakdil ve Edebiyat çevresinin sahiplenip sürdürdükleri bu direnç bile başlı başına incelenecek önemli bir konudur.

TYB İstanbul Şubesini, Başkanı Mahmut Bıyıklı başta olmak üzere Ayla Hanım ve emeği geçen herkesi tebrik ediyor, şükranlarımı sunuyorum.