Trans Kafkasya politikasının önemli sacayağını oluşturan Gürcistan’da, altı yıl önce yaşanan gelişmeler mevcut Kırım sorununa ışık tutar niteliktedir. Mihail Saakaşvili döneminde, Pentagon’un askeri eğitimden geçirdiği Gürcü kuvvetleri, Turuncu Devrim’in aktörlerinden dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Adriyoviç Yışçenko’nun da desteğiyle Güney Osetya ve Abhazya’ya saldırısı amaç dâhilindeydi.
Bunun sonucu olarak, Gürcistan ile Güney Osetya veAbhazya arasında yaşanan gerginlik ve gerilim, Ağustos 2008’de Rusya’nın da müdahil olduğu Güney Osetya Savaşı’na dönüştü. Bu savaş sonucunda, Güney Osetya ve Abhazya bağımsızlıklarını ilan etme yoluna gittiler.
Şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yaşanması muhtemel en kötü senaryo, altı yıl önce Gürcistan’da yaşanan gelişmelerin yeniden tekrarlanmasıdır. Hatırlanacağı üzere, o dönemlerde İsrail ve Pentagon tarafından desteklenen ve eğitim alan Gürcü kuvvetleri, Abhazya ve Güney Osetya Otonom Cumhuriyeti’nin üzerinde askeri kontrol kurmaya çalıştığı anda, Rusya devreye girerek bu otonom cumhuriyetlerin Gürcistan’dan bağımsız olmaları gerektiği tezini savunmaya başladı ve nihayetinde Gürcü kuvvetlerinin buralardan geri çekilmesini sağladı.
Rusya Donanması’na ait Karadeniz Filosu, 9 Ağustos 2008’de Gürcistan’a yaptığı hamlenin bir benzerini gerçekleştirerek, Ukrayna savaş gemilerini Kırım’ın Sivastopol limanında kıstırma ve bloke etme yoluna gitmiştir. Gürcistan örneğinden ders çıkaran Ukrayna yönetimi ise, Rusya’ya her hangi bir saldırı ve püskürtme planını devreye sokmayarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kafasında şekillendirdiği muhtemel satranç hamlesini boşa çıkarmaya çalışmıştır.
Yaşanan son gelişmeler üzerine, Ukrayna’nın bundan sonra nasıl bir politika izleyeceği doğrusu merak konusudur. Şüphesiz Ukrayna’nın önündeki üç seçenekten birincisi, Avrupa Birliği ile entegrasyona gitmesi, ikincisi Doğu Bloğu ’nu tercih etmesi, üçüncüsü ise, Batı ile Doğu arasında köprü oluşturmasıdır.
Rusya, 2008’de yaşanan Gürcistan örneğinde olduğu gibi, Ukrayna’ya SSCB anlayışı ile hâlâ uydu ülke’ gözüyle bakmaya çalışmaktadır. Batı’nın göz ardı etmeye çalıştığı asıl gerçek ise Rus tarihinin, “Kiev Knezliği” (Kiev Dukalığı) bir başka deyişle ,“Kievan-Rus” anlayışıyla oluşması olarak kabul edilmesidir. Bu yüzden Ukrayna, Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olarak görülmektedir. Rusya’nın Demirbaş Şarl’a karşı kazandığı ve İmparatorluk statüsüne kavuştuğu 1709 Poltovya Savaşı’nın Ukrayna toprakları üzerinde yer alması, Rusya açısından Ukrayna’nın daha da önemli konuma gelmesini sağlamaktadır.
Türkiye’yi yakından ilgilendiren kriz bölgelerinde yaşanan sıcak gelişmelere ek olarak, Güney Kafkasya’da polyglot (çok dilli) bir kompozisyonda yer alan Ukrayna ve Kırım’da yaşanan son sıcak olaylar, şüphesiz bütün bölge ülkelerini de yakından tetikleyecek ve etkileyecek öneme haizdir.
Bu coğrafyada kilit rol oynayan Türkiye, Kırım Türklerinin geleceğine zeval vermeyecek hassas bir politika dengesi içerisinde olması gerekir kanaatindeyiz. Burada NATO’nun, Rusya’ya karşı soğuk savaş’ anlayışını çağrıştıran bir yaklaşımla inisiyatif alması dikkat çekicidir.
Burada, ABD’nin Türkiye sevgisinin yeniden depreşmesi kuvvetle muhtemeldir. Başbakan Erdoğan’ın, yara yüreğin dibinde yaşar’ (vivid sub pectore vulnus) anlayışıyla, iç politikadaki sorunları dış politika malzemesi yapmaya kalkıp, ABD’nin desteği ile bu sorunda yeni bir role kalkışması, Türkiye’yi yeni belirsizliklere sürüklemekten başka bir fayda getirmeyeceği gayet aşikârdır.