Hırvatistan’dan geçen günlerde gelen acı haber, yıllardır süslü cümlelerle anlatılan savunma sanayi masalının ne kadar ince bir sırça fanusa bağlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Bakım için gönderilen yangın söndürme uçağımız düştü ve pilotumuz şehit oldu. Bu olay sadece teknik bir kaza değil; yıllardır makyajlanan gerçekliğin duvara çarpmasıdır.
Yıllardır aynı iddialar tekrarlanıyor: “Savunma sanayinde yüzde 80 yerlileştik.” “Kendi uçağımızı, kendi motorumuzu yapıyoruz.” “Artık kimseye muhtaç değiliz.” Peki madem öyle, neden basit bir yangın söndürme uçağının bakımını bile kendi ülkemizde yapamıyoruz? Neden bir uçağı Balkanlara göndermek zorunda kalıyoruz? Ve neden bakım için gönderdiğimiz uçakta bile şehit veriyoruz?
Daha da vahimi şu: Aylardır yüzde yüz yerli ve milli diye lanse edilen KAN uçağının motoru hakkında bile gerçeği biz değil, bizzat Dışişleri Bakanı açıkladı. Meğer motor için ABD’den onay alınamamış. Yani “yerli” diye sunulan uçağın en kritik parçası zaten dışa bağımlıymış. Üstelik yıllardır tanıtımlarda övülen bu uçakların motoru olmadan satıldığı ortaya çıktı. Dünyada örneği olmayan bir ticaret yapıp motorsuz uçak ihraç etmişiz; ama bunu bile “yerli ve milli başarı” diye pazarlamayı başarmışız. Bütün bu tabloya rağmen hâlâ “kimseye muhtaç değiliz” diyebilmek gerçekten büyük cesaret.
Televizyonlarda dönen parlak videolar, maket uçaklarla verilen pozlar, hangarlarda sergilenen prototipler… Bunların hepsi bir vitrinin parçası. Ama gerçek hayatta, ülkenin ormanlarını koruyan bir uçağı bile güvenle bakım yapacak kapasitemiz yok. Bu nasıl yerli üretim? Bu nasıl milli teknoloji? Bu nasıl bir başarı hikâyesi?
Her yaz yanan ormanlar, kiralanan birkaç eski uçak, dışarıdan gelecek onayları bekleyen projeler… Bütün bunlar ortadayken hâlâ “biz uçak yapıyoruz” demek artık trajikomik bir hâle geldi. Çünkü gerçekten uçak üreten bir ülke, yangın söndürme uçağı filosuna sahip olur. Gerçekten motor üreten bir ülke, başka devletlerden izin beklemez. Gerçekten kendi gökyüzüne hâkim bir ülke, bakım için uçağını başka ülkelere göndermez; hele ki bu yolda şehit vermez.
Bugün yaşanan hadise kader değildir; yanlış tercihler zincirinin, ihmalin ve liyakatsizliğin bir sonucudur. Vitrini parlatıp atölyeyi karanlıkta bırakan anlayışın açığa çıkmasıdır. Düşen sadece bir uçak değil; bize yıllarca anlatılan ilerleme hikâyesinin kendisidir.
Bir pilotumuzun şehadeti, artık hamasete değil hakikate yönelmemiz gerektiğini haykırıyor. Çünkü bu ülkenin maket gösterilerine değil, çalışır teknolojiye ihtiyacı var. Ve gerçek teknoloji, reklam filmleriyle değil; hayat kurtaran kapasiteyle ölçülür.