Üç ayrım ve ötesi

Abone Ol

Cumhuriyet dönemi öncesinde, II. Meşrutiyet ortamında, o zamanın Cemiyetler Kanunu temelinde ve "fırka"lar adıyla belirginleşen, yansımaları ilk bakışta siyaset ve iktidar mücadelesi alanında tezahür eden düşüncemsi oluşumları, bir bakıma farklılaşma isteği yöntemi şeklinde tanımlamanın mümkün olabileceğini düşünüyorum. Biraz zorlama gibi gözükse de, Yusuf Akçura nın, konuyla ilgili olan "Üç Tarz-ı Siyaset"ini gerçek anlamda yönlendiren ve daha anlamlı kılacak olan nitelendirmenin de bu olduğu ileri sürülebilir. "Üç Tarz-ı Fikir" değil de, "Üç Tarz-ı Siyaset" başlığının seçilmesindeki ana duygunun "yöntem" tanımına daha denk düştüğü savunulabilir. Elbette "siyaset" kavramı, bizim zihniyet dünyamızda, Batı düşünce geleneğinden farklı olarak, düşünceyi, düşüncenin kaynaklandığı ilkeyi genel olarak içkindir, mündemiçtir. Bu görünüşü, dıştan bakana, ilk fırsatta, bir ilkeye dayanmadığı, dolayısıyla bir kuramdan kaynaklanmadığı izlenimini veregelmiştir. Hatta bütünüyle pratik, amelî bir zihin yapısının varolduğu, bu nedenle kuramsal kavrama ve düşünme sistematiğinin tam olarak oluşmadığı tarzında bir yanlış değerlendirmeye bile yol açtığı yargısına götürmüştür, denebilir. Nitekim Batı düşünce tarzı, zihniyeti, hem Osmanlı-İslâm, hem genel olarak Doğu (Çin, özellikle Hint, Yeniçağlardan itibaren Afrika toplulukları) zihniyetini, düşünce yapısını, bu nedenle eksik, bazan da yanlış tanımlama, anlama durumunda kalmıştır. Mesela, Doğu düşüncelerinde soyut, felsefi düşünme yoktur, şeklindeki yargı, buna tipik bir örnektir. Oysa bu düşünceler, geriye doğru gidildiğinde batı düşüncesinin, felsefesinin bazan kaynağı, bazan itici gücü, bazan da ufuk açıcısı (Batı nın Skolastikten çıkışında İslâm düşünce ve biliminin ne derecede verimli olduğu gibi) olagelmiştir.

"Üç Tarz-ı Siyaset" bağlamında ve Batı düşünce geleneğinin kavramlaştırma yöntemi alışkanlığında Batıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık ayrımı yapılmıştı. Bir üst kavram olarak "Osmanlıcılık" bu esnada, pratik bir takım sorunların çözümü sadedinde telaffuz edilmişse de tam olarak belirginleştirilememiş, üstelik muhtevası bakımından bütüncül bir anlama kavuşturulmasının zorluğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Kaldı ki bizzat "Osmanlı devleti"nin siyasetinde ve uygulamasında karşılığı bulunmayan bir kavrama dönüşecektir.

Batıcılık, Türçülük ve İslâmcılık şeklinde yapılan ayrıma baktığımızda,  ayrıma neden olacak unsurlar bakımından bir türdeşliğin bulunmadığı görülür. Batıcılık (Garpçılık), kökleri olan herhangi bir ilkeye dayanmadığı gibi, büyük ölçüde devlet ve siyaset adamlarının sorun olarak tanımladıkları bazı problemlerin kolay çözüm reçetesi mesabesindeki pratik yaklaşımları ifade eder gibidir. Büyük ölçüde imrenme, kıskanma, öykünme, çaresizlik, hatta aşağılık duygusu temelinde yankılanır. Tanzimat ile birlikte "Terakki" (Progress) kavramına yüklenen aşırı, tutku derecesindeki anlam bir gösterge sayılmalıdır. "Terakki" kavramı yerine, bugün ihtiyaç duyduğunuz anda "özgürlük", "demokrasi", "hukuk devleti", "refah toplumu" vb. gözü kapalı koyabilirsiniz, nitekim konulmaktadır. AB, ABD ye sorgusuz-sualsiz, "tabula rasa" (boş levha) bir zihinle taraftar olanların zihin ve ruh dünyası, "Tanzimat Kafası"ndan bir milim ilerde değildir.

"Türkçülük" niyet, özlem ve beklentisi bakımından, bir dereceye kadar, saflık görüntüsü verse de, bizzat tarih, kültür, inanç, devlet ve toplum olguları düzleminde, günümüzde gençlerin kullandığı deyimle, gerçek ve gerçeklikten "kopar." Sanıldığının ve ısrarla bazı kişi ve grupların ileri sürdüğü gibi, bizdeki "Türkçülük", "ırkçılığı" kesinkes içermez, hele aynısı hiç değildir. Safdilliğe varan ifade ve davranışlar, burada ölçü olarak alınmamalıdır. Yusuf Akçura yı, Ahmet Ağaoğlu nu, Ömer Seyfettin i, Ziya Gökalp i, ifadeleri doğrultusunda "Türkçü" olarak nitelendirsek de, "ırkçı" olduklarını söylemek doğru olmaz, hatta haksızlık olur.

"İslâmcılık" kavramı, bizim düşünce dünyamızın, en kolay akla gelen, fakat en güç tanımlanacak, buna rağmen asla gözardı edilemiyecek bir kavramıdır. O günden bugüne, çoğunlukla rastgele atfedilen mübhemliklerden, muğlaklıklardan arındırıldığı söylenebilir mi Pek sanmıyorum. Üstelik 70 li, 80 li yıllarda Batı düşünce ortamında sentetik bir tarzda imâl edilerek piyasaya sürülen, gerçekte İslâm ile, "İslâmcılık" ile öz doku uyuşmazlığı içinde olan "siyasal İslâm" deyiminin yapay düzlemi hesaba katılırsa, mübhemliklerin derecesi daha iyi anlaşılabilir. Buna rağmen "İslâmcılık", derinlere inen kökleri, budandığı sanılan yayvan ve geniş kol ve dallarıyla varolmasını, varlığını sürdürmesini hem gerçekleştirmiş, hem de hayatın içinde güncelliğini muhafaza edegelmiştir. Ayrıca Batıcılık ve Türkçülük bağlamında ortaya çıkan sekterlikleri, aşırılıkları dengelemesini bilmiştir. Başvurulduğundda kapısının hep açık olduğunu, ama ancak düzgün, dürüst, doğru olanların geçebileceğini imâ etmiş, çoğunlukla da ifade etmiştir.

Bugün, belki de, üç değil daha fazla yöntem ihtimal dahilinde görülse bile, varılacak menzilin aynı olduğunu kavramak gerekiyor. Bu menzili "muasır medeniyet", "Turan", "Büyük Doğu", "Diriliş" veya daha farklı şekilde nitelendirebiliriz, ama o bizim öz varlık hikmetimizdir, marifetimizdir, hakikatimiz ve saadetimizdir. Gaflet, aymazlık bu menzili kavrayamamaktır ki, işte asıl kıyametimiz de budur.