Tutacak yeri olmayan tutanaklardan

Abone Ol

(28 Şubatın çakma başbakanından bahsetmiştik geçen haftalarda. Sayfamızın okuyucuları daha fazla bilgi, diyorlar. Ne oldu, nasıl oldu, anlat diyorlar. Yüzde doksan dokuz küsur desem, yeterli bulmayacaklarını biliyorum. Onlar için araştırma ve yazma zahmetine giriyorum; vazifem icabı/görevim gereği...)

İşte o hikaye!

Meclis darbe komisyonu bulmuş o adamcağızı; yalımlı, çalımlı bir adı vardı hani; konuşmuş.

Ancak gazetelere verdikleri o kısa bilgileri okuyunca haberimiz oldu bizim de.. Bilgi kısacıktı: 28 Şubatta başbakanlığa atanan, fakat yolda düşüp kalan Yalım bey, Meclis darbeleri araştırma komisyonuna bildiklerini anlattı.

Ne biliyormuş, neler anlatmış

Gittik, araştırdık, komisyonun ifade kayıtlarına ulaştık. Zabıt katibinin imzaladığı tutanaklardan buyrun, siz de okuyun.

Sahne, Meclisin araştırma-soruşturma odası. Sıra sıra milletvekilleri, biraz sonra başlayacak duruşmaya konsantre olmaya çalışıyorlar.

Başkan sözü aldı: Tanık elleri bağlı olmadan karşımıza geldi. Koltuğa oturdu. Rahatı ve hal hatırı soruldu. Yaz katip söylediklerini.

Bendeniz bu ülkenin başbakanlarından biriyim. Atanma yazım devletin kayıtlarında vardır. Fakat hala anlamış değilim, eski başbakanlara tanınan ve tahsis edilen koruma ve kollama haklarından zatımın istifade ettirilmemesini...

Bir üye sordu: Can güvenliğiniz tehlikede mi Şehirlerde yaşayamayacağınızı anladığınız için dağlara mı çıktınız

Tanık cevap veriyor: Efendim, ne zaman sokağa çıksam, bir caddede karşıdan karşıya geçsem, beni görenler ters ters bakıyorlar. Önceleri aldırmıyordum. Herhalde hükumete çok kızgın olduklarından insanlarımız, böyle stresli stresli bakarak yaşamaya alıştılar. Ama yanılmışım.

Bir üye sordu: Nasıl anladınız bunu Bir yerden izah danışmanlığı mı alıyorsunuz

Eski başbakan olduğu iddiasındaki tanık: Hayır, hayır! Bizzat kendim duyuyorum. Beni görüyorlar ve soruyorlar; kelimeleri de bakışları gibi keskin. Delik, deşik oldum desem yeridir. Tanklar arkanda mı diyorlar Davacıyım onlardan!

Komisyon kendi arasında konuştu ve soruşturmayı en baştan yapmaya karar verdi.

Komisyon başkanı tanığa sordu: Nasıl başbakan oldunuz

Tanık ağzından akan suları sildi ve ah ne günlerdi o günler dedi. Derin derin iç çekerek devam etti.

Ben de her milletvekili gibi sabah akşam ne olacak bu memleketin hali, diye düşünüyor, kendi kendime sorular soruyordum.

Başkan: Ne gibi sorular

Tanık: Tehlikeli ve yasak olmayan sorular efendim. İçimden soruyordum, kimse duymuyordu. Kahvede, pazar yerinde ya da belediye otobüslerinde hiç konuşmadım. Yani ben başbakan olursam, neler yapacağımı hiç kimseye anlatmadım. Dedim ya hep içimden düşündüm.

Başkan: Ne düşündünüz

Tanık: Başbakanlığımı... Sonra anladım ki, benim başbakanlığımı düşünen yalnız ben değilmişim. Sayın Cumhurbaşkanımız da düşünüyormuş.

Bir üye: Yani bu kadar tesadüf mü

Tanık: Evet efendim. Duyunca çok şaşırdım.

Diğer bir üye: Başbakan olarak atanmanıza mı

Tanık: Hayır, hayır! Düşündüklerimin gerçekleşmesine şaşırdım. Halbuki onca sene piyango bileti aldım, onca sene hayal kurdum, birkaç amorti de kaldım. Sonra hemen kendimi toparladım.

Bir üye: Bizim seyrettiğimiz görüntülerde toparlanmışa benzemiyordunuz. Koltuğunuzdaki dosyalarla yerlere dağılmıştınız.

Tanık: Oraya da geleceğim efendim. Sizin de tesbit ettiğiniz gibi bu bana yapılmamalıydı. Ne diyordum Hemen toparlandım, diyordum. Toparlandım ve ekibi topladım.

Başkan: Ekip dediğiniz .

Tanık: Ne olacak bu memleketin hali diye düşünerek tankcı sınıfını izleyenler...

Onlara dedimki: Haydin paylaşalım!

Bir üye: Sevincinizi mi paylaşıyorsunuz

Tanık: Sadece sevinç olur mu Bakanlıklar filan..

Diğer bir üye: Ee, sonra

Tanık: Anlaşamadılar efendim. Herkesin gözü diğerinin aldıklarında yani yetki alanlarında. Ben de gideyim bana başbakanlığı verenle bir konuşayım. İcabında bana bakanları da versin, diye düşünüyordum.

Başkan: Düşünce aşamasına gelmeniz çok güzel. Peki şunu da düşünmüş mü idiniz Niçin ben Ben kimim ki, başbakan oluyorum

Tanık: Öyle demeyin efendim. Çankaya beni iyi tanır. O güne kadar bir dediğini iki etmemişim. Başbakan ol deyince mi hayır diyecektim

Bir üye: Ama siz parti başkanı değilsiniz.

Tanık: Bana parti verdiler de başkan olmadım mı

Diğer bir üye: Yani demokrasinin gereği mi diyorsunuz başbakan olarak atanmanıza

Tanık: Bir ben mi düşünecektim demokrasinin gereklerini. Tankların yürümesi demokrasinin gereği miydi Balanscılık geleneği mi vardı Çankaya karargah mı idi İcabında kullanılacak silahlara göğsümüzü siper mi etseydik Hem evde hanım ikide bir başbakan filan olamadın deyip duruyorken..

Başkan: Fırsat bu fırsattır dediniz yani.

Tanık: Sadece ben demedim. Bakan yapmak istediklerim de öyle söyledi.

Bir üye: Görüş birliği oluşturdunuz...

Tanık: Hayır, hayır! Bir kısmı itiraz etti. Onların ki önemli bakanlık, çok çok alıyorlar, bize kalan kurtarmaz anam, dediler.

Bir üye: Bak sen şu işe...

Tanık: Yalanım varsa gözüm çıksın. Merdivenlerden bir daha düşeyim. Küstü gittiler..

Başkan: Ee, sonra

Tanık: Ben de gittim söyledim Çankayaya. Birkaç ay müsaade et dedim. Halledeceğim bu işi, dedim. Sonrasını biliyorsunuz.

Bir üye: Allah bu milleti korumuş..

Tanık: Bende eski bir başbakan olarak koruma istiyorum efendim. Evde hanımın korumasız geçti ömrüm, deyip durmasından bıktım yani.

Buraya kadar.

Buraya kadarına ancak dayandık, tutanakları okumanın. Lütfen siz de buraya kadarına bari tahammül edin.

Yıldönümü / hesap dönümü

51 yıl olmuş onlar asılalı.

Onları asanların kurdukları 2. Cumhuriyet içinde kaç darbe daha oldu, kaç darbeye teşebbüs suçu işlendi bu topraklarda

Nasıl bir zevkmiş bu, adam asmaktan alınan; günden güne arttı, genden gene nakledildi, balanslar ayarlana ayarlana...

Hayat hikayesini okuyoruz Fatin Rüştü Zorlunun: Dışişleri Bakanlığına bağlı çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1951de Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri oldu. 1952de Büyükelçiliğe yükselerek Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatında (NATO) Türkiye daimi temsilciliğine getirildi.

1954te, ardından 1957de Demokrat Partiden Çanakkale Milletvekili seçildi. Adnan Menderes Hükümetlerinde Başbakan Yardımcılığı, (Mayıs 1954 - Kasım 1955), Devlet Bakanlığı (Temmuz 1957 - Kasım 1957) ve Dışişleri Bakanlığında (Kasım 1957 - Mayıs 1960) bulundu.

Kasım 1955de Başbakan yardımcılığından ayrıldığında, bir şiir yazmış CHPli muhalifleri, bir CHP yayın organında (Akbaba) yayınlamışlar. Tarih 15 Aralık 1955.

Sağ olsun!

Ne çıkar vekillik elden gittiyse,

Pariste üç katlı şatom sağolsun!

Döviz komisyonu işi bittiyse,

Uşağım, şöforum, otom sağolsun!

Kendimi bir lahza hicrana salmam,

Yumruğum çenemde efkâra dalmam,

Polatkan misali ben yaya kalmam,

Yolum Fransadır; Natom sağolsun!

Bu bir şiir midir İhbarname midir İftiraname midir CHPlilerin geleneksel ve kemikleşmiş muhalefet üslubu mudur Yoksa hepsi midir

Her zaman ve her devirde istihbaratları kuvvetlidir CHPlilerin. İşte bu yüzdendir yüzde doksan dokuz buçuk doğrulu konuşmaları... (Yüzde doksan dokuz buçuğa, bir tek bu ülkenin müslüman oranı böyledir, dendiğinde itibar etmezler. Diğer türlerini öper öper başlarına koyarlar. Bugünlerde yaşadıklarımız gibi...)

O devirde, DP iktidarda iken, Zorlunun Pariste üç katlı şatosu olduğunu tesbit etmişler. O günlerde cep telefonları yoktu ama, İnönünün çocukları İsviçrede yaşıyorlardı. Parisi şöyle bir dolaşırken, görmüş olabilirler.

Döviz komisyonu işleri de varmış Zorlunun. Asılana kadar az mı çizdiler karikatürlerini yüzde 10cu diye.

Başka Uşağı, şoförü, otosu (da) varmış. İsmet Paşa mısın, onun ailesinden misin

Kader birliği ettiği Polatkan ne olmuş da yaya kalmış Yoksa CHPnin şair kalemşörü, altı-yedi sene sonra yaptırtacakları idamlarda birlikte olsunlar hesabı yaptığından mı düştü o satırı

Görev tarihçilerin. Lakin biz de kılavuzun istenmediği noktaya geldik. Zira köy görünüyor. İstihbaratı kuvvetli CHP, idam kararlarına birkaç aylık mahkeme safhasının yetmeyeceğini bildikleri için, adım adım hazırladılar gerekçeleri.Bu şiirleri de (Tarihi tekrar edelim: 15 Aralık 1955) o gerekçelerden biridir.

Not: CHP arşivlerinden şimdi yüzde doksan dokuz buçuk sağlamcı Kılıçdaroğlu bey bulup çıkarabilir mi uşaklı, şoförlü, otolu Zorlunun Paristeki şatosunun tapu bilgilerini

Ardahanı Ruslara satacağını da iddia etmiştiniz ya Menderesin, onun istihbarat kaynağını da açıklayıverin bir zahmet.

Kaka nasıl tu kaka oldu

Kaka, bir kulübümüzün transfer teklifine, hayır dedi.

Gazeteler.

-Bir çuval dolar eksik mi söylendi yoksa transfer ücreti

- Tatminleri, transferlere ayarlı fanatik taraftar grubunun sözcüsü...

- Bizim kulübün teklifini reddeden futbolcuyu ite kaka yazarız icabında.

- Teklifçi kulübün kalemşoru ya da bir spor gazetesinin haber yazıcısı.

- Yazıyor, gazeteler yazıyor!

- Gazete müvezzii çocukların sokaklardan gelen sesi...

1. Gün

"Kaka ekonomik kriz içinde!"

2. Gün

"Mahallesinin bakkalı, kasabı, berberi, sütçüsü her gün Kakayı gagalıyorlar!"

3. Gün

"Kaka teklifimize sıcak baktığını söyledi!"

5. Gün

"Ülkemize gelmek için can atan Kakaya transfer teklifi yapan kulübümüzün sayın başkanı unutulmaz bir ders Verdi."

- Verilen dersi kameramanımız anında tesbit etti. Siz de görüyorsunuz.

Kaka, tu kaka oldu!

- Tarafsız kalemşorun çalıştığı spor gazetesinin son manşeti!

- Madem öyle, işte böyle!

- Rahatlayan kalemşorun son sözleri..

Aynı anda, yani Londrada saat 12 iken, rakibi bir futbolcu, Kakaya laf kakalamakla meşguldü.

- Bittin sen oğlum, bittin! Bu kasabada Türkiyeden üç yıldır transfer teklifi almayan bir sen kaldın. Adını dahi kekelemiyorlar. Bittin sen!

Tarihte mizah

Soru - Cevap

Yeniçeriliğin son zamanlarında bu kurumun başına geçen kişilerin değerleri de, kurumun kendisi gibi, sıfıra inmişti. Yeniçeri Ağası diye anılan bu adamlar, gerçekten de ağa idiler. Komutanlık nitelikleri hemen hiç yoktu. Çoğu okuma-yazma bile bilmezler, en bilginlerinin okuma-yazma yeterliği harfleri hecelemeden ileri gitmezdi. Yeniçeri ağası olmak, bir değer sahibi bulunmaktan daha çok, iyi bir zorba olmağa bağlıydı.

Yeniçeri ağalarının cahilliklerini gösteren acı, tatlı pek çok anılar vardır; bunlardan biri de, on yedinci yüzyıl sonlarındaki Yeniçeri ağalarından Hamza Ağaya ait olanıdır.

Hamza Ağanın Ocağın başında bulunduğu sıralarda, o zamanlar Müneccimbaşı diye anılan takvim yapımcılarından biri, her yıl olduğu gibi, o yılın takvimini de hazırlar; öteki devlet büyükleri arasında, bir tanesini de Hamza Ağaya gönderir. Görevli memur, yaldızlı, güzel ciltlenmiş takvimi getirip Ocak başkanına sunar.

Daha o yıl ağa olmuş bulunan Hamza Ağa, takvimi eline alır, evirir çevirir; okuması yazması çok kıt olduğu için, eserdeki yazıları sökmekte zorluk çeker. Bu arada (İlk Cemre) anlamına gelen (Cemre-i Ula) deyimi dikkatini çeker. Eski harflerin özelliği sonucu, cemreyi Hamza gibi okuduktan sonra, takvimi getiren memura:

- "Bu Hamza herhalde ben değilim; kimdir bu Hamza-i Ula" diye sorar. Memur hazır cevapmış:

- "Sadrazam Hamza paşadır efendim." Yollu cevap verir.

Biraz daha aşağıda (Cemre-i saniye) yi gören Hamza Ağa, bu sefer de onu merak eder:

- "Peki bu ikinci Hamza kimdir ."

- "O da sizsiniz efendim."

Hamza Ağa, adının takvime geçtiğinden dolayı memnun olur. Bunu makamının bir zorunluluğu olarak kabul eder. Koltukları kabarmış bir halde sahifeleri çevirirken "Temmuz" kelimesine rastlar; gerçekten kıt bilgisiyle bu kelimeyi de domuz şeklinde okur. Domuzun takvime neden girdiğini anlayamaz., memura tekrar sorar:

- "Hepsi iyi amma, bu domuz hangi kişidir ."

Efendisinin böyle cahil bir adama, özene bezene, böyle güzel bir takvim yolladığından dolayı artık adamakıllı içerlemiş bulunan memur, daha fazla dayanamaz; onun da cevabını verir:

- "Vallahi Ağa hazretleri; der. O da olsa olsa sizin gibi bir adama bu takvimi yollayan müneccimbaşıdır."

Reziller

Topraktaki servet, petrol gazlar madenler, önce listeleyip sonraya sakladılar...

Bizleri biz yapan kendi değerlerimiz, önce listeleyip sonra yasakladılar.

Artık dedem fersah fersah yukarda kaldı, bir bir kopardılar kesip bağlarımızı.

Kuzulara şimdi dağlar ovalar yasak, Domuzlar istiyor yeşil bağlarımızı..

Değerler eriyor, temeller yumuşuyor, takıp sıra sıra hep eteklere ziller,

Binanın çöküşü ile hareket edip, enkazında bayram edecek bu reziller...

Meskenlere kanal döşemekle meşguldür, insaftan izandan düşünceden fakirler....

Balta bile kesmez havayı pis kokudan, yayılır durmadan her bir tarafa kirler.

Kaç on yıldır yola, yapmakla uğraştınız, sıra sıra hendek, sıra sıra engebe;

Hayalin boşuna, ey fesat, ümitlenme! Bizim yarınımız şanlı dünlerden gebe!

EKREM ŞAMA