Türkiye’yi Doğu’ya Hapsetmek

Abone Ol

Önce Malazgirt, ardından Bursa, sonra Edirne, İstanbul, ta ki Viyana kapılarına kadar dayanmış bir geçmişe ve yol haritasına sahibiz. Hem doğuyuz, hem batı. Hem doğuluyuz, hem batılı. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, önemini anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Medeniyetlerin geçiş noktasında tam da bir köprü olmuşuz. Her geçen bir şey almış, her giden bir şeyler bırakmış. Tarihi yazarken bizi çıkarsanız geriye kalanlar önü sonu belli olmayan anlamsız bilgilere dönüşür.

Orta Asya’dan beri yönümüzü hep batıya dönmüşüz. İç çekişme ve kavgalara takılmadan, fetih ruhuyla hep batıya doğru akmışız. Kendi değerlerimizle hem doğunun hem de batının hükümdarı olmayı başarabilmişiz. Bir anlamda pergelin sabit ayağını medeniyetimizin üzerine kondurup, diğer ayağıyla da bütün cihana mesajımızı ulaştırmaya çalışmışız. Biz farklıyız. Doğuyla batı arasında çok önemli bir denge noktasındayız. Batının ruhu, doğunun aklı kaybettiği bir zamanda her ikisine de teslim olamayız. İnanç değerlerimize bütün insanlığın ihtiyacı olduğunu unutamayız. Doğuluyuz diyerek kendimizi doğunun labirentlerinde kaybedemeyiz. Batılıyız diyerek de batının maddeciliğine ve ihtiraslarına esir olamayız.

Batılı anlayışların insanlığın hayrına tek iş yapmadıklarını bilmeyenimiz yok. AB’nin bir ifsat projesi olduğu noktasında çoğumuz hemfikiriz. ABD’nin jandarma olmanın ötesinde, kendisini dünyanın sahibi olarak gördüğü de malum. Bugünkü şartlar bizi yanıltmasın. Hepsi geçici. Nasıl ki İslam Birliği’nin temelinde 7 milyar insanlığın barış ve huzur içinde yaşaması hedefi varsa, bu durum, değerlerimizin doğusuyla, batısıyla bütün insanlığı kuşatma potansiyelinin olduğunu gösterir.

AK Parti, iktidarının başında sorunlarımızın ancak batıyla yakın işbirliği yoluyla düzeltilebileceğine inandı. Bunun için her şeyi yaptı. Sonuçlarını düşünmeden her adımı attı. Bunca yıl hep kaybeden, taviz veren, kullanılan biz olduk. Ancak birliktelik hâlâ tam gaz devam ediyor. Bakmayın siz

oyunun diğer aktörü olan Şangay’la yakınlaşma çabalarına. O işin perde önündeki kısmı. Trump’lı ABD ile iş tutmak için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırlar. Obama döneminin aksine PYD konusunda eskiden olduğu gibi aşırı tepki de vermiyorlar. İsrail’le normalleşme adı altında teslimiyet içeren kararların altına imza koymaya da çekinmiyorlar. Bu anlaşmalarla hangi taahhütlerinin altına giriyoruz belli değil. Bakan İsrail’deyken bizi aşağılar gibi Gazze’yi bombaladılar, doğru düzgün ses çıkaran yok. Eskiden aba altından sopa göstermek için diktatör söylemlerine sıkça rastlanırdı. Bu haberlerin çoğu da İsrail kaynaklıydı. Şimdi bizler yetkinin, gücün tek kişide toplandığı sistem değişikliğini konuşuyoruz ama İsrail dahil herkes suspus. Ezana yasak getiriliyor ve bizler gündeme getirmemek için özel gayret içindeyiz. Bütün bunlar neyin habercisi?  Kapalı kapılar ardında başımıza hangi çoraplar örülüyor, bilmiyoruz. Tam da bu manzarada, böylesine kaotik bir atmosferde, soru işaretleriyle dolu bir sistem değişikliği yapmak, töreye uymak değil, geriye gitmek olur. Bu kadar sorunla boğuşurken, Türkiye’yi böyle bir tartışma ortamına sokmak mantıklı bir iş midir? Mevcut sistemin eksikliklerini böyle gidermemiz mümkün mü? Herkesi kucaklayan bir sistem inşasını neden tartışmıyoruz?

Bununla birlikte bugün dış politikamızın bir diğer merkezinde ise Suudi Arabistan ve Katar var. Onlarla ilişki kurulmasın anlamında söylemiyorum tabi ki. Elbette iyi ilişkiler geliştirmeliyiz. Ancak her ikisi de kendi iradeleriyle bizimle masaya oturabilecek durumda değiller. Genelkurmay Başkanının sürekli Körfez’e götürülmesi doğru olmuyor. Bölgemizdeki hareketlilik düşünüldüğünde, bu ziyaretlerle birlikte imajımız büyük zarar görüyor. Sözümüzün gücü azalıyor. Aynı zamanda ABD Genelkurmay başkanıyla kendi karargâhımız dururken 15 Temmuz kalkışmasının merkezi olan İncirlik’te görüşmek, doğuya hapsedilme tezimizi güçlendiriyor ve bize biçilmek istenen rolle ilgili ipuçları veriyor. Bir girdaba doğru çekiliyoruz. Dur demezsek yüz yıl öncesinin acı tecrübeleriyle, Allah korusun, tekrar yüzleşebiliriz.

Bizim böyle bir dönemde özgüvenimizi kuşanıp, hem batıya, hem de doğuya yeni bir dünyanın neden gerekli olduğunu anlatmamızın gerekir. Kamplaşan değil, konuşabilen, çatışan değil, uzlaşabilen bir anlayışa ihtiyacımız var. İstesek de istemesek de insanlığı buhrandan kurtaracak

reçete bizim ellerimizde. Bizi doğuya hapsedip iç sorunlarımızla boğuşturmak isteyenlere dur demek ve her türlü senaryolara karşı uyanık olmak zorundayız.