Türkiyenin hayat gerçeği!

Abone Ol

“Türkiye gelişiyor, zenginleşiyor, işte bu da verilerle kanıtı” türünden propaganda bombardımanı, insanları uyutuyor. Yapılan altyapı yatırımlarının veya mantar gibi çoğalan inşaatların halkın gözüne sokularak ne kadar da kalkındığımızın neredeyse ezberletilmesi, Türkiye’deki “hayat gerçeği”ni veya “gerçek hayat”ın üzerini örtemiyor.

Misal, Soma’daki maden kazası ve 301 madencinin ölümü, Türkiye’de gösterilenin aksine bir “hayat gerçeği” olduğunu hatırlattı. Bir süre bu hayat gerçeğine, yani sefalete, geçim sıkıntısına, maddi çaresizliğin insan hayatlarını nasıl da kuşattığına dikkat kesildik. Sonra o meşhur balık hafızamız devreye girdi ve unuttuk. Kredilerin ve kredi kartlarının sağladığı sahte zenginliğimize gömüldük, Avrupa batarken ne kadar müreffeh yaşıyoruz diyenlerimiz bile oldu!

Son olarak Ermenek maden kazası, Türkiye’nin hayat gerçeğini veya gerçek hayatını yüzümüze tokat gibi çarptı. Nasıl ki Soma’da, toprağı karnının doyurmadığı için 1000 liraya madene inenlere,  kredi borcunu ödeyebilmek için üç otuz paraya talim edenlere, mecburen bu zorluğa katlananlara şahit olduysak, Ermenek’te de benzer hikayelere denk geldik. Halkın, Anadolu’nun geçim veya geçinememe hikayesine, sefaletin pençesine düşmeme savaşına, “medar-ı maişet motorunu” yüzdürebilme mücadelesine denk geldik yine.

Yüzümüze tokat gibi çarpıldı oğlu madende mahsur kalmış yaşlı emminin ayağındaki yırtık lastik ayakkabısı. Çünkü, elimizdeki 2-3 bin liralık telefonlarımızdı, krediyle çekip altımıza çektiğimiz arabalarımızdı, banka kredileriyle kendimize kurduğumuz (aslında üreterek elde etmediğimiz) sahte zenginliklerimizdi bize göre bütün memleketin ahvali. Ne de olsa, “artık Müslümanlar da lüks evlerde oturuyor”, “artık Müslümanlar da Mercedeslere, jiplere biniyor”, “artık Müslümanların da bir sosyetesi var”, velhasıl-ı kelam, “Müslümanlar da her şeyin en iyisine layık” formülleriyle özetlenen bir durumla karşı karşıyaydık. Müslüman her şeyin en iyisine layıktı ama Anadolu’daki geçim savaşındaki insan bu cümleden değildi nedense.

Bu ülkedeki Müslümanların hak anlayışı, “güç uğruna her şeyi mübah görme”ye doğru evrildiği içindi herhalde, bu kadar TV’nin, gazetenin memlekette süregelen sefaleti, insanların geçim savaşını, sefaletin pençesindeki milyonları bir türlü görememeleri… Bu “görmeme” ve “göstermeme” hali, Türkiye’nin hayat gerçeğini veya gerçek hayatının yine üstünü örtemeyecek. Milyonlarca insan, “çorba kaynasın” diye mücadeleye devam ediyor. Bakınız, Ermenek’te madenden çıkarılan toprak vs arasında bugün bile kışlık kömürünü çıkarmaya uğraşan insanlar var. Ajanslara düşüyor ama TV’lere, gazetelere yansımıyor belki, ancak Türkiye’nin hayat gerçeği orada öylece duruyor sonuçta.

Saray’larla, içini kuşatan lüks ve şatafatla övünmeyi kendilerine vazife edinmiş olanlar, bu görüntüleri görmüyor. Kendilerinden beklenen de budur zaten. Hak anlayışları değişmiş bir topluluktan daha fazlası da beklenemez. Milyonluk evleri, yüzbinlerce liralık arabaları, kendilerine hak olarak gördükleri lüksleri de bunu gerektiriyor zaten. Lütfen rahatsız olmayın beyler!

Türkiye’deki asgari ücretli sayısının 5 milyon olduğu ortadayken (bunların ailelerini de hesaba katın), açlık ve yoksulluk sınırı sırasıyla yaklaşık olarak  1100 TL ve 3800 TL iken, resmi rakama göre 3 milyon kişi işsizken, piyasalar sıkıntı içerisindeyken ve sırf ekonomik kriz olmasın diye “istikrar” diyerekten sıkıntıya katlanıyorken, çalışanlar enflasyona ezdiriliyorken ve maden işçileri örneğindeki gibi yüzbinlerce, milyonlarca kişi sefaletin kıyısında yaşarken; Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın çıkıp da “Dünya Bankası hesaplamalarına göre, yüksek gelir grubuna sadece 2 bin dolarımız kaldı” demesi vahimdir.

Nasıl ki hesaplama yöntemi değişikliğiyle bir gecede milli geliri 3’e katladılarsa, aynı şekilde bu 2 bin dolarlık fark da kapanır, biz de “yüksek gelir grubu”na dahil oluruz. Böylece, tarımdan ekmek yiyemeyip 1000 TL için madene inenler de, maden enkazından kışlık kömürünü çıkarmaya çalışanlar da, lastik ayakkabısı yırtılmış yaşlı emmi de “yüksek gelir”e kavuşacaktır.

Sayın Bakan, Türkiye’nin “hayat gerçeği”ni bizden daha iyi biliyordur halbuki!