Türkiye'den insan manzaraları

Abone Ol

"Manzara" kavramının dilimizde daha çok göze çarpan cansız tabiat için kullanıldığını bildiğim halde, birbirine karşıt dünya görüşlerini temsil eden iki şairin, Necip Fazıl ile Nâzım Hikmet in iki eserinde bu ifadeyi kullanmış olmalarından doğan bir rahatlıkla yaklaşıyorum. Nâzım, Memleketimden İnsan Manzaraları derken, Necip Fazıl Türkiye nin Manzarası diye bir kitap yazmıştır. Hiç şüphesiz Nâzım kavramla birlikte insanımızı çarpıtırken Necip Fazıl daha doğru bir genelleme ile sahih dil kullanışıyla nasıl bir "üstad" olduğunu da ortaya koymaktadır. Fakat bizimki, ikisini de hatırlatan günümüz insanına bir yaklaşım denemesi...

Nedense 1960 dan beri Türkiye deki seçim atmosferleri bana hep bir kaos intibaı verir. Bu kaos ortamında bu ülkenin pek çok meselesi açık seçik tartışılabildiği gibi, bazen de çoğu hitabet gösterisine girişen siyaset adamlarının gevezelikleriyle büsbütün unutturmaya çalışılır.

Seçim zamanları genellikle yaz sonu olduğu için, Osmanlı nın savaş zamanları gibi ekin ve hasat meseleleri biter, çoğunluğu tarımla uğraşan Anadolu halkının siyaset konuşmaya ve dinlemeye vakti olur, ardından da sandığa gidilirdi. Bu yılki erken seçim yaz ortasına getirildi.

Yaz ortasındaki seçimde en göze çarpan afişler mayo reklâmlarıyla parti sloganları oldu.

Manken ve politikacı yüzleri

Bu ülkenin üç tarafı deniz olduğu halde, binlerce yıldan beri kendimize özgü bir deniz ve güneş kültürü geliştirememişiz. O yüzden de önce yerli Rumların, sonra da Avrupalıların deniz kültürü kültürümüze egemen olmuştur. Medeniyet değişiminden ötürü, yalnız edebiyatı değil, mimarisi ve musikisiyle tatil ve eğlence kültürü de çökmüş bir ülkede, deniz kenarında güneşlenirken veya suya girerken giyeceğimiz şeyleri de hep başkaları belirlemiş oluyor.

O yüzden Akdeniz ve Ege sahillerinde içkisiz lokanta bulabilmek imkânsız hâle gelmiş, iki balık tutan bir de rakıyı yemek için oturacağı masada şart görmeye başlamıştır. Rumların dindaşları olan Avrupalılarla kaynaşmaları çok kolay da bizimki nasıl olabiliyor, anlamak zor.

Bu ortamda, batılı giyim tarzları olan mayo-bikini ve deniz araç ve gereçleri önemli bir ekonomik yatırım haline geldiği için de, farklı yaşama biçimine özgü tavırlar geleneksel ahlâk anlayışımıza tehdit gibi sunulan reklâmlarla önemli bir görüntü kirliliği oluşturuyor. Bu arada, "Halk plajları doldurdu, vatandaş yer bulamadı" ironik gazete başlıkları yayınlanıyor, insanı şaşkına çeviriyor. Bu vesileyle eline kalemi alan soytarılarla kişiliksiz yetkililer de Allah ın nimeti olan deniz ve güneşten faydalanmaya kalkan bu ülkenin insanını perişan ediyorlar.

Tabii bu ülkenin kızlarından seçtikleri mankenlere de öyle tuhaf mayo-bikini reklamları yaptırıyorlar ki, görüntü kirliliğine yol açan zavallı kız ve kadınların suratları gerçekten tuhaf.

Seçimle ilgili demokratik görüntülü demogoji yarışına katılan insanlar arasında, 1973 yılında Kadıköy de rastladığım bir AP milletvekili adayı olan imamın ikindi ezanı okunurken ayrılamadığı miting meydanındaki hali, tam da bu mankenlerin suratına benziyordu. Ezana belki de hayatında ilk kez icabet edemiyordu. Vücut dili başka konuşuyor, yüzü başka idi... Bu imam elbette vitrin malzemesi olarak kaldı, meclise giremedi. Tıpkı mankenlerden pek çoğunun denize girememesi gibi... Bazı yetkililer de inanmadan iş yaparken böyle bakıyorlar.

Bu çelişkiye CHP adayı olan, dedesi demokrat ve Sivas ın ilk hacılarından bilinen İlhan Kesici nin yüzünde de rastladığımı söyleyebilirim. Demirel ailesine damat olduktan sonra giderek çarpılan yüzü, bu ailenin iktidardan en acımasız intikam alıcısı olarak gördüğü Baykal ve CHP ye kapılanmakla görevini yaptığını düşünüyor.

Bu tuhaf yüzlere CHP nin kuyruğuna takılan Erkan Mumcu ile meccani hempalığa soyunan Yaşar Okuyan la birlikte pek çok emekli diplomatta görmek mümkün. Milletvekili seçilebilmek için bir diplomatın MHP yi seçmesini anlamak çok zor. O yüzden Bölükbaşı nasıl Türkeş e destek olmuşsa, oğlu da aynı mantıkla Bahçeli ye çalışabiliyor.

Mankenlerle milletvekili adaylarının yüzlerindeki benzerlik herkesin fark edeceği kadar açık bence... Kimin sahte, kimin gerçek olduğunu dikkat eden herkes fark edebilir...

Deniz mevsiminde seçim

Tatil yapan kentliler için deniz ve plaj mevsimine rastlayan seçim öncesi, siyaset adamı ile slogan afişleri arasında, mayo reklâmlarına poz veren mankenlerin yüzleri de görülüyor. Ben bu yüzlerin ifadesiyle vücutlarının ifadesi arasında çelişki gördüğüm gibi, pek çok aday ile partisi arasında da tamamen farklı ifadeler görüyorum. Özellikle televizyon ekranlarında ve miting meydanlarında bu çelişki çok açık farkedilir. Bazıları kalabalıkta kontrolünü kaybeder.

Sanki bu ülkede yolunda gitmeyen bütün işler seçim öncesi ortaya dökülür ve siyaset yapan herkes birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya döker, doğru-yanlış bir sürü itham ortaya atar, birbirinin yüzüne bakamayacak şeyler söyler, sonra da koalisyon yapmaya çalışır. Bu koalisyonlar -mecbur kalırlarsa- bazen iktidar, bazen de muhalefet koalisyonları gibi görünür.

Anayasa Mahkemesi nin - Abdullah Gül ün ifadesiyle- senato görevini de üstlenerek kanun koyucu haline geldiği bu ülkede, başörtüsü serbestliğiyle ilgili düzenleme yapma ve insan hakkını kullanmadan sonra Cumhurbaşkanı seçme yetkisini de TBMM den almış oldu.

Böyle bir mecliste milletvekili olacak dostların ne tür faaliyetlerle uğraşacaklarına dair tahmin yürütmek gerçekten zor. 28 Şubat tan sonra bir de 27 Nisan süreci yaşanmaya başladığımıza göre, kurt-kuzu meseli yeniden gündeme gelmiş oldu. Birbirine çok benzeyecek gibi görünen bu iki dönemin birbirine ışık tutması mümkün.

Geleceği geçmişe benzeten çok düşünür var; geçmişten ders almadığımızı söyleyen de az değil. Yeni şartları ve statüsüyle Cumhurbaşkanı nı kolay kolay seçemeyecek, ama sık sık erken seçim kararı almak zorunda kalacak bir meclisin -muhtemel- yeni milletvekillerini çok ama çok zor günler bekliyor. Allah bu garip millete acısın demekten başka çare bulamıyorum.