Yaşanmış sıra dışı halk hikâyelerimizden biri yılanın acı
acı gülümsemesi ve şu sözleriyle biter: ...Çok isterdim ama sende bu evlat
acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!
Uluslararası ilişkiler her ne kadar ebedi dostluk ve
düşmanlıkları reddeden ve çıkarı merkeze oturtan bir ilişki olarak
nitelendirilse de, görüldüğü kadarıyla bu tanım Türk-Rus ilişkileri için fazla
geçerli görünmüyor. En azından bu anlayış çerçevesinde ilişkileri
şekillendirecek ortak bir zemin inşa edilemediğinden dolayı, iki ülke
arasındaki işbirlikleri çok uzun ömürlü olmuyor desek, pek de yanılmış olmayız.
Hatta bu işbirliği arayışlarının görünmez bir el
tarafından sabote edildiğine ve bunun sonucunda da iki ülke arasındaki
ilişkilerin sonunun kanlı-bıçaklı boşanmalar/ayrılıklar şeklinde
neticelendiğine de hep birlikte şahit oluyoruz.
Nitekim ikili ilişkiler tarihine bakıldığında üç aşağı
beş yukarı bunun böyle olduğu görülür. Örneğin, 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması
sonrası zoraki ittifak/işbirliği süreci beş yıl sürmüştür. İngiltere nin
devreye girmesiyle birlikte Türk-Rus ilişkilerinin seyri farklı bir mahiyet
almaya başlamış ve süreç bizi Kırım Savaşı na kadar götürmüştür.
Osmanlı nın denize düşen yılana sarılır misali Rusya ile
başlattığı Hünkâr Süreci, çok fena bir şekilde cezalandırılmıştır. 1833 ün
rövanşı olarak da adlandırılabilecek bu savaş ile birlikte Türkiye Avrupa
Kulübü nün bir üyesi haline getirilmiş ve Rusya ile devamlı savaş halinde
olmuştur.
Sonuçları itibarıyla aslında Osmanlı ve Çarlık
Rusya sının kaybettiği bu savaş durumu her iki devletin Batı/İngiliz
emperyalizmine savaş açması olarak da kabul edilecek 1920 li yılların başına
kadar devam etmiştir. Şartlar, bu iki devleti birbirinin güvenlik sigortası
bağlamında zoraki bir işbirliğine itmiş, fakat ortak bir ideolojik zemin ve
kurumsal yapılanma ile desteklenemediği için bunun da ömrü çok uzun süreli
olmamıştır.
Nitekim, 1938 e kadar devam edecek bu dönem, Stalin in
kışkırtılması ile birlikte yerini yeniden düşmanlığa bırakmış ve Türkiye bu
sefer ABD liderliğindeki NATO nun bir üyesi olmuştur. NATO dışında, Türkiye nin
yılan hikâyesine dönen AB üyelik süreci de bunun bir sonucudur. Buna
Türkiye-İsrail ilişkilerini de dâhil edebilirsiniz.
Burada dikkat çekici olan husus, her iki devlet
arasındaki işbirliği arayışının çok kötü bir şekilde sona ermesi ve tarafların
en az bir 50 yıl birbirine hasım olmasının temellerini atan ilk düşmanca
hamlelerin Rusya cenahından gelmesidir. Bir diğer dikkat çekici husus ise,
Rusya nın yaptığı aptalca hatalar yüzünden Türkiye nin Batı ya daha bağımlı
bir hale gelmiş olmasıdır.
Görünmez El Bir Kez Daha Devrede...
Bu tarihsel döngü kendisini bir kez daha göstermiştir. 11
Eylül sonrası Avrasya da İşbirliği ve Eylem Planı Anlaşması ile her şeye
rağmen işbirliği diyen ve bunu başta enerji alanında olmak üzere stratejik
ortaklık seviyesine çıkartan iki ülke görünmez el in bir kez daha devreye
girmesiyle birlikte karşı karşıya gelmiştir.
Sonuçları geçmişten farklı değildir, en azından büyük
oyunda her iki devletin ama özellikle de Rusya nın büyük ölçüde kaybetmesi
kaybedecek olması boyutuyla. Diğer taraftan, bu son krizin sebeplerinin de
geçmiştekilerden pek farklı olmadığı görülmektedir. Bunların en başında ise
kandırılmış Rusya faktörü gelmektedir. Rusya, ABD ile birlikte Türkiye ve
yakın-tarihsel çevresi bağlamında dünyayı aralarında yeniden paylaştığını
zannederken, kendisini bölen gizli bir anlaşmaya imza attığının farkında değil.
Rusya nın Güneye doğru hırsı, bir kez daha onu felakete sürükleyeceğe
benziyor.
Bu bağlamda Türk-Rus ilişkilerini derin bir krize sokan,
bir diğer tabirle dananın kuyruğunun kopmasına neden olan gelişmeler şu şekilde
sıralanabilir: 1) Rusya nın Türk yakın çevresindeki faaliyetleri, 2) Kırım ın
ilhakı, 3) Karadeniz-Akdeniz de yaşanan ve Türkiye yi denizlerden de kuşatmayı
esas alan Gölleştirme Siyaseti , 4) Türkiye ye yönelik izlediği vekâleten
savaş, 5) Putin ve etrafındaki Avrasyacı ekip faktörü.
Bu faktörler gündemdeki yerini koruduğu sürece Türk-Rus
ilişkilerinin normalleşmesi pek olası görünmemektedir. Rusya, aynen Stalin
sonrası hatasını düzeltmeye yönelik somut bir adım atmadıkça ikili
ilişkilerdeki bu soğuk savaş hali devam edeceğe benzemektedir.
Diğer taraftan, Rusya nın 11 Eylül sonrası süreçte ikili
ilişkileri genelde tek taraflı olarak yorumlama ve kendi çıkarlarını maksimize
etme siyasetinin Türkiye yi hiç de arzu etmediği bir seçeneğe ittiğinin de
altını burada bir kez daha çizmek gerekmektedir.
Nitekim Türkiye nin burada bir kez daha yapmak zorunda
kaldığı zoraki tercih, Türk-Rus ilişkilerinde uzun süreli bir rekabet-mücadele
sürecine işaret etmektedir. Bu mücadele alanı şu an için ağırlıklı olarak Türk
yakın çevresi olmakla birlikte, bunun hep böyle kalacağını iddia edebilmek için
vakit henüz erken. Bununla ilgili emareler bir süredir alınmakta...