Zulme karşıyız diyerek ya da zulüm görüyoruz diye zulmetmek.
Haksızın, haksızlık gördüğünü iddia etmesi!
Bölücülüğe ve ayrımcılığa karşıyız diye diye “bölücülüğe karşı olanlar” veya “ayrımcılık yapanları ayıranlar” cephesini oluşturmak.
“Kur’an-ı Kerîm’de ne varsa onu kabul ederim” diyerek işine gelmeyen tüm ilmi birikimi ve hatta sonunda hadisi şerif ve ayeti kerimeleri reddetmek.
Ehli sünnet iddiası ile ehli sünnetin temel değerlerini yerinden etmek yani ehli sünneti dönüştürmek. Ve bir de ehli sünneti müdafaa etme adına ehli sünnetin karşı çıktığı ifratları yeniden üreterek ehli sünnetin karşı olduğu işleri yapmak. Peki, biz, ehli sünnet olmaktan neyi anlıyoruz?
1- Ehli sünnet olmak, sadece belli isimlere takılıp kalmak ya da belli kalıpları mukaddes yapmak değildir.
2- Ehli sünnet olmak, tarihte olup biten her şeyi kutsal yapmak da değildir.
3- Yani ehli sünnet olmak, ayrıntıda ya da tek tek meselelerde değildir. Ehli sünnet olmak; bir duruş ve bir yöntemdir.
4- Özetle ehli sünnet olmak, şahısların kendilerini öne çıkarmaları için bir övünme ya da savunma mekanizması değil; ümmetin ve toplumun muhafazası ve İslam ’ın basit-ilahi yapısının muhafaza edilmesidir. (Ayrıca 17 Ocak 2017 tarihli yazımıza bakınız).
…
Peki, ne yapacağız? Zulme ve bidate karşı durmayacak mıyız? Ya da İslam’ı ve Müslümanları müdafaa etmeyecek miyiz? Tabi ki duracağız ama şayet kimseye zarar vermemek ve üzülmemek için bazı ana esaslardan asla taviz vermemek daha uygundur.
1- Şahıs ve kurumlardan çok, kavram ve söylemlere öncelik vermek daha hikmetlidir. Örneğin falan şahsa ya da kuruma eleştiri yerine “ hırsızlık ” ya da “usulsüzlüğe”; birilerini övmek yerine “güzel işlere” vurgu yapmak daha maksada uygun değil midir?
2- Ehli sünnet olmak dâhil hiçbir kimliği “ Müslüman olmanın” ötesine geçirmemek gerekiyor. Bu yanlış tavrın bir başka tezahürü de mezhep, meşrep, milliyet ve kurumsal kimlikleri; devlet ve ümmetin olmanın ötesine geçirmektir.
3- Bir başka usul de cedel yerine hikmeti tercih etmek yani olumsuz durumları ve problemleri zikretmek yerine olması gerekeni, hakikati ve çözümü anlatmaktır. 4- Son olarak amacın, dünya ve ahirette saadete ulaşmak olduğunu; yoksa kendimizi birilerine kabul ettirmek ya da üstün gelmek olmadığını idrak etmek gerekiyor.
5- Bu son idrak, kişi ve kurumların fani olduğunu ve amaca hizmet eden her şeyin meşru olmadığını da zaten izhar edecektir.
…
Peki ya birgün geçmişte yaptıklarımıza üzülürsek? Ya birgün daha önce tenkit ettiğimiz şeyleri yaparsak? Tabi ki kalpler de kader de Mevlâ’nın elindedir. Tabi ki kişi kendinden yüzde yüz emin olamaz. Ama kişi kendinden şüphe de edemez; yani doğru bildiği işleri yapmaya devam edebilmesi için az da olsa kendine güvenmelidir. (Hayatın akışına kapılıp değişip dönüşmemeye dair 6 Haziran 2017 tarihli yazımıza bakabilirsiniz).
Sonra pişman olmamak ya da birgün kendi beğenmediği işleri yapmamak için birkaç basit ama önemli kurala riayet etmek, faydalı olacaktır. Ki gerisi zaten Mevlâ’nın takdiridir.
1- Vaktinden önce çiçek açmamak: Her şeyin bir sırası ve zamanı olduğunu bilmek, belli şeylerde kendini ispat etmeden öne atılmamak, hata etmemek için önemli bir kriterdir. Daha ilmin başında kendini âlim zannetmek, ilk defa katıldığı bir mecliste ev sahibi gibi davranmak, daha bir işi tam olarak kurmadan sonuçlarının meyvesinin peşine düşmek ve heyecanla ticarete girip fütursuzca adımlar atmak; bu yanlış tavra örnek verilebilir.
2- İstişare etmek: İstişare, hem az hata etmemize vesiledir hem de hata ettiğimizde bizi anlayacak ve hatalarımızın telafisinde bize destek olacak yol arkadaşları edinmek demektir.
3- Haddini bilmek: Aslında haddini bilmek, ilk maddeyi de içeren bir tutumdur. Yani ilminin ve konumunun farkında olmak, şımarmamak, tek dava sahibi olarak kendini görmemektir haddini bilmek.
4- Amelin sözden fazla olması: Çok konuşmak, yalansız ve hilafsız olmaz. Yani konuşmaktan daha çok iş yapmak, akıl vermekten daha iş yaparak göstermek ve nasihat etmekten daha çok örnek olmak icap ediyor.