Tekrarların tarihinde yaşamak

Abone Ol

Bir Resim Ve Aksiyon’da Aksıyan

 

Yukarıdaki resmi altyazısı ile birlikte 27 Mayıs – 2 Haziran tarihli Aksiyon dergisinden aldık.

Derginin kapak konusu yaptığı “27 Mayıs’ın gizli karargahı” dosyasında yukarıya aldığımız resmi anlatan, resmin altına yazılan iddiayı ve resmin oraya niçin konduğunu izah eden satırlara rastlayamadık.

Dalgınlık yahut bilgi eksikliği ya da bizim bilmediğimiz sebepler olabilir diyerek gerçeğini, doğru bilinmesi gerekeni yazalım; bu gazetede hep olduğu gibi. (Hoşgörünüze sığınarak, biraz oğünelim…)

Aksiyon dergisinde yayınlanan o resim, 1960 yılının Kasım ayında bir İstanbul dergisinde aynen yayınlandığında, resmin altındaki satırlar kelimesi kelimesine şöyle idi:

“Kocasının vasiyeti/Oğlu ile beraber ta Konya Ereğli’sinden kalkıp, sırf kocasının vasiyetini tutmak için Yassıada mahkemesine kadar gelmişti. Kocası ölürken: Ben onların düştüğünü görmezsem, siz görün, demişti. İşte Ümmü bacı, belki kocasının bile düşünmediği müthiş bir çöküşü, bu suretle görmek mutluluğuna erişmiş oldu.”

Şimdi söz bizim tanıklığımızda: İlk gençlik yıllarımda, oğulları babamın dükkan komşuları olduğu için benim de elini öpmüşlüğüm vardır ümmü hacıteyzenin.

Birkaç kat gazete parçalarından hazırlanmış kese kağıtlarını yırtmadan açmak ve onları okumak meraklarım ve zevklerim arasında idi. Çünkü o gazeteler eski gazeteler idi ve ben okumamıştım onları. Sonradan duyduğum bazı olayların ilk kaynağının o gazete parçaları olduğunu bulmak/görmek çocukca sevinçler yaşatırdı bana.

Olacak bu ya… Bir kesekağıdı gazetesinin arasından, o günlerdeki renkli ve güzel baskılı magazin dergisinin bir sayfası çıkmasın mı

İşte o sayfada Ümmü Hacıteyzenin o resmi vardı. Altında yazanları okuduğumda şaşırdığımı söyleyemem. Bölük pörçük bilgilerin kulağımda bırakıtığı izlerle çakışan kısımları vardı zira.

Ümmü Hacıteyzenin çocuklarının hepsini tanıyordum. Dedim ya babamın dükkan komşusuydular. Öğretmenimiz olmuştu biri, ortaokul sıralarımda. İkisi ile de liseli-üniversiteli yakınlaşmasıyla bizzat arkadaşlık yapmıştım. CHP’li bir aile diye ünlenmişlerdi ama, en büyüklerinin yani Yassıada’ya bizzat annesini götürenin, bir kur’an Kursu banisi/maddi destekçisi olduğunu herkes gibi ben de biliyordum ve inanmıyordum CHP’li olduğuna. Arkadaşlarım dediğim en küçükler ise o günlerin sıfatları ile söylersek gayet “milliyetçi” idiler.

Peki, bir İstanbul magazin dergisinin ilk yazdığı olay ne idi Dillere düştüğü şekliyle yazmaya çalışayım.

“Sırf kocasının vasiyetini tutmak için…” kelimelerinden de anlaşıldığı gibi, bir aile reisi var; önceden vefat etmiş. Vefat yılı ise 1959. (Ay ve gün olarak bilmiyorum)

CHP’nin o şehirdeki nüvesi, çekirdeği, güvendiği tek elemanı gibi düşündüğüm ve benim bilmediğim, lakin tahmin ettiğim görevleri olduğuna inandığım biridir. Hayalimde, Fikret Otyam’ın babası ile (onlar da yakın bir şehirden idiler.) bir aynılıkta, yüzde yüze yakın bir benzerlikte duran ümmü hacıteyzenin beyi, şehrimizin Uzunçarşı’sında bir esnaf olarak sürdürmüştü hayatını.

Dillerde dolaşan ve benim de duyduğum tevatür şöyle idi: 1959 yılında vefat eden o aile reisi, bir ihtilal yapılacağını ve DP’lilerin yargılanacaklarını ve hatta asılacaklarını karısına ve çocuklarına söylemiştir. Dahası onların, yaşanacak o olayları gidip bizzat görmelerini de istemiştir.

1959 yılında gerçekleşmiş bir ölüm vak’asından sonra yayılan söylentiler 1960 yılında doğrulandığında, efsaneler üretilmez mi halk arasında

Kese kağıdından çıkan o magazin sayfasını babamın dükkan komşusuna verdiğimde yaşadıklarını sade bir şekilde özetlemişti bana. O günlerde bir kısmı hala CHP’li olan o ailenin çocukları hep saygılı bir yerinde durmuştur anılarımın. Fakat babalarının daha sonra olacakları bilmek bağlantısı da hep kurcalamıştır kafamı.

O yıllar İsmet Paşa’nın kod adının CHP’liler arasında “paşa”, DP’liler arasında “sağır” olduğu yıllardı.

Nerden nereye… Bizi gençlik yıllarımıza alıp götüren haberine “şerh” yazdığımız için umarız kızmaz bize Aksiyon dergiciler. Sizler doğruyu bilesiniz diye yazdık.

Muradımız kimseye gazetecilik dersi vermek değildir. Lakin geldiğimiz bu noktada, yani 50 yıldır AP, ANAP, DYP, AKP adlı partilerin sağcı iktidarlarına ragmen basında, kartel medyasında genler hiç değişmemişse, bizim bunu kayda almamızda ve sizlere duyurmamızda bir fayda mutlaka vardır.

AKP hükumeti başbakanı’nın ve Cumhurbaşkanı’nın gezilerindeki sürekli konuk gazetecilerin yazdıklarını hergün okuyorsunuz gazetelerinde ve sitelerinde; tv kanallarında da dinliyorsunuz. (Yoksa size biçilen görev bu mudur )

Vefatlar dolayısıyla, ki en yakını Nazmiye Demirel’in (Allah rahmet eylesin) vefatıdır, ben bir gün onların evinde kahvaltı yaparken, ben birgün onlarla bir seyahatten uçakla dönerken, gibi cümlelerle başlayan hatıra yağmuruna tutulmanız, yazı olsun/sayfa dolsun fiiliyatından değil, hafızalarınız böyle kalsın hesabındandır.

Mesela diyelim, bir gazeteci, Başbakan’ın özel davetlilerinden bir gazeteci, onunla birlikte Amerika’ya gitti ve döndü, size nelerinden haberdar etmek ister bu gezinin Alkışlarından. Başka Yine alkışlarından.. (Keşke size hep alkış okutacak bir hükumetimiz olsaydı. Bakınız: Kutatgu Bilig/Alkış okumak maddesi. Analığım, dualarını bize, alkış okudum, diye açıklardı.)

16 Mart 1961 günkü yazısında gözlemci bir gazeteci, üstünde durduğumuz bu konuyu bakın, nasıl anlatmış. (Gelenek sürüyor efendim ispat delili bir.)

Ne yazarlar ki

Cemal Gürsel Paşa’nın basın toplantısındaydık. Aklıma İzzet Melih bey geldi: Bir zamanlar bir devlet reisimiz Amerika’da seyahatteymiş. Tantanalı, gürültülü, netice bakımından tamtakır bir seyahatti bu. Bir sürü gazeteci de vardı yanında. Aralarında meşhur yazarımız İzzet Melih bey de... Bir yerde üç beş kişi mümtaz misafiri karşıladı mı, ve bir iki el şakırtısı sükûtu bozdu mu, İzzet Melih bey çarşaf kadar kâğıtlara, yazar da yazarmış, yazar da yazarmış... Mümtaz Faik Fenik dostumuz da merak edermiş, “iki el şakırtısı bu adama ne tükenmez ilhamlar aşılıyor” diye... Bir an yankesici sessizliğiyle yanına sokulmuş. Bir de bakmış ki, üstat: “Alkışlar, bravolar.. Bravolar, alkışlar...” Alkışlar, bravolarla (başka tek kelime yok) sayfalar dolduruyor.. Artık İzzet Melih, Mümtaz Faik Fenik’in dilinden kurtulmaz olmuş seyahatin sonuna kadar. Onu görür görmez “Alkışlar bravolar, bravolar alkışlar” diye gülüp güldürüp dururmuş...

Basın toplantısında da bu aklıma geldi. Çünkü Paşa, İki kelime söylüyordu, bazı gazeteciler bir sayfa karalıyorlardı... İki kelime daha söylüyorlardı. İki sayfa daha karalıyorlardı... Mümtaz beyin, İzzet Melih’e sokuluşu gibi usulca sokulup bakmak istedim yazdıklarına. Ama ne zaman müsaitti, ne zemin. Merakım gönlümde kaldı... Hele çok yaşlı bir gazeteci vardı ki... O, bir kelimeye en aşağı dört sayfa yazı çıkarıyordu...

Günler, ihtilallerin yıldönümü günlerden olunca, kalemlerimiz ister istemez o günlerin kayda alınmışlarını, günümüzce yorumlamaya kayıyor.

27 Mayıs ihtilalcileri ve halkla ilişkileri nasıl sağlanmış (İspat delili iki.)

Ağabeyler

— Allo, Sezai Okan orada mı Yok mu Ay ne aksilik. Mehmed Meçhul’ün kendisini aradığını söyleyiniz...

— Madanoğlu İstanbul’da mı ... Allo, Allo, demek İstanbul’da ... Allah Allah bana gitmeden haber verecekti. Allah Allah...

— Mehmet Özgüneş’e sorun... Allo, neden beni aramadı acaba O bilir canım, o bilir benim kim olduğumu !...

Açık gözlerin son numarası bu! Telefonda memleketin kaderini ellerinde tutanlarla al takke ver külâh olduklarının intibaını vermek. . Eskiden büyüklerle çekilmîş fotoğraf numarası sökerdi, şimdi telefon!..

Biz hiç mi değişmiyeceğlz .. Hiç mi samimî samimi, silâhsız silâhsız tövbekar olmayacağız ..

Büyüklerle çekilmiş fotoğraflardan, büyüklere edilen samimi telefon görüşmesi günlerine o günlerde ermişmiş bu ülke insanlarının (halkının) gayet uyanık tabakası. Yazılanlardan bunu öğrendik.

Peki, günümüzde nasıl oluyor bu işler

Yani (Halkımızın) biraz uyanık, uyanık, ya da gayet uyanık kısmından birileri mi irtibat kurmaya çalışıyorlar, hükumet üyeleriyle Gelenek hala böyle mi devam ediyor (Yukarıda yazıldığı gibi mi, demek istedik)

Yoksa yeni metotlar mı gelişti Biz gelişti diyenlerden yanayız. Yani ikinci gruptan. Yani muhaliflerden. Nasıl mı

Güçlülerle (günümüzün hükumet yetkilileriyle) bu ülke insanlarının (halkının) irtibat kurmak hatları iptal edildiğinden, hükumet görevlileri bizzat ve şahsen kendileri ziyaret ederek, hal hatır soruyorlar; bir emirleri varsa, alıyorlar. (Halkımız) Amerika’ya gitmiş olsa dahi, Obama bahanesi ne güne duruyor (İspat delili üç.)

Bir hükumetin gücü nerden gelir

Muhalefetin düşürememiş olmasından; yüzde elli, sayı üstünlüğü işin hikaye kısmı.

Bu gücü bir iktidara, basın sağlar. İhtilali, ihtilalcileri basının güçlü kıldığı gibi… İşte o günlerde bu işi nasıl yaptıklarını buyrun, okuyun. (İspat delili dört)

Darbeler!

Günün önemli konularından biri de 32’ ler... Yapacak hiçbir iş bulamayan bu adamlar, düşünmüşler taşınmışlar, hükümet darbesi yapmaya karar vermişler.

Yargıç yüzbaşı sıkıştırınca, sanıklardan Nuh Naci Doğan her şeyi bir bir anlatıyor.

— Evet efendim, diyor, falancanın evinde toplandık, konuştuk. Gruplar halindeydik. Sonra bunları kimseye söylememek için Kur’an’a el bastık.

Yargıç Yüzbaşı yine soruyor:

— Mademki kimseye söylememek için yemin etmişin, neden söylüyorsun

Sanık ne dese beğenirsiniz

— İyi ama efendim, diyor, burada söylüyorum. Başka yerde söylemedim ki...

Bu adamlar hükümet darbesi yapacaklar, M. B. Komitesini ve hükümet üyelerini indirip, Yassıada’dakileri bindirecekler ha

Gülünç değil, acı!

Akıl darbesine uğramış bu adamlar beni güldürmüyor, düşündürüyorlar. Bize yeni yeni hapishanelerden önce, galiba yeni yeni tımarhaneler gerek!...

Nasıl da şişire şişire anlatıyorlar; ihtilal yapan yüzbaşılarla, ihtilalcilere karşı ihtilal yapmaya kalkan yüzbaşıları.. (32’ler)

Birilerine ihtilal, iktidar, birilerine hapisane/tımarhane…

Kimse haberde geçen 32’lerle CHP+MHP’yi anlatmak istediğimizi sanmasın. Ki onların toplamı 32’den fazladır, BDP’yi katmasanız bile.

Hem sonra CHP’liler ve MHP’liler iyi muhalefet yapıyor sayılıyorlar ki, meydanları, 32’lerin mahkeme salonlarını doldurduklarından daha çok dolduruyorlar. Nakliyat işlerini sevmeleri ayrı mesele. (İspat delili beş)

İhtilalle devrilen DP kaç yıl iktidar olmuştu bu ülkede 10 yıl.

Bu 10 yıl içinde o günün gazetecileri başbakanla, Cumhurbaşkanı ile, bakanlarla yurtiçi ve yurtdışı “uçak yolculuklu” seyahatlere çıkmamış olamazlar, değil mi

Hatta bazıları, bazılarının örtülü ödenekten araba, daire paraları aldıklarını da ihbar etmişlerdi hemen ihtilalden sonra. (İspat delillerini geçtiğimiz sayılarda okumuş olmalısınız.)

Peki, ne oldu da bir ihtilal değiştiriverdi bütün gazetecileri Değişmemeleri eşyanın tabiatına aykırı mı olurdu

İşte o değişmişlerden birinin, ihtilalden bir ay sonra (23 Haziran 1960) nasıl değiştiğinin belgesi (ispat delili altı)

Günün Fıkrası

Celâl Bayar, Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde bir aşağı bir yukarı dolaşıyor. Eli çenesinde. Ara sıra telâşla pencereye koşup uzaklara bakmaktadır.

İçi içine sığmadığı belli...

Bir ara, duvardaki kendi resminin önünde duruyor. Fotoğraf dile geliyor ansızın:

— Ne var, diyor, ne oluyorsun ... Ne titriyorsun ...

Celâl Bayar, boğuk bir sesle soruyor:

— Söyle: Ne olacak benim halim ...

Resim, yaldızlı çerçevesini çatlatan bir kahkaha ile gülüyor:

— Ne mi olacak ... Hiç... Beni indirecekler, seni asacaklar!...

Acaba 10 yıldır iktidarda olan AKP’lilerden kaçının aklına, Celal Bayar fıkrasını yazan o gazetecinin bugünkü kopyalarından kaç kişiyle kucak kucağa oldukları, uçak yolculukları yaptıkları geliyor

Tarihin tekrarını işte böyle yaşıyoruz.

BİZİ BÖYLE ÇİZİYORLARDI-47-