Tekrarla ki yenilensin

Abone Ol

Dünya ile ilişkimizi anlamak için bir takım soruları da beraberinde yöneltmemiz gerekiyor. Bir insan, hayatında var olduğu mekânı her anlamda nasıl kurar? Mekânı nasıl anlamlandırır? Yaşadığı mekânla uyumu, uyumsuzluğu, birlikteliği ve ayrılığı nasıl gerçekleşir? Bütün bu ilişkiyi açıklamak için dokunmak yeterli midir? Yoksa ona dokunmak, dokunarak mı keşfetmek gerekir? Örneğin bir deniz kabuğunun sırtı hatlarını nasıl da dalgalardan alır! İşte bir deniz kabuğunun sırtındaki çizgilerin oluşumunu anlatmak gibi insanda kendi dünyasını, doğasını, doğasının izdüşümünü keşfetmek ve anlamak istiyor. Zaman zaman bu keşfe çıkarken çoğu zaman da daha başlamadan bitiriyor. İnsanın mekânı da dünya; onunla ilişkisi, onu anlamlandırması ve nasıl bir dünya istiyor sorusunun cevabı kurduğu dünya ile ilgili. Bugün yaşadığımız dünyada ortaya çıkan bütün açıklar bizim dolaylı veya direkt katkılarımızla oluşmaktadır.

Çoğu zaman şikâyetçisi olduğumuz bu dünya bizim kurduğumuz ya da kurulmasına göz yumduğumuz bir dünya. Onun için anlamlandırma çalışmaları hep bir eksiklikle yürüyecektir. Bu eksiklik kimi zaman ferdi bazda olduğu gibi, kimi zamanda toplumsal ve yönetsel bazda olabiliyor. Belki de çoğunlukla sistemden kaynaklı eksiklikler bütün bu kavrayışımızı, duyuşumuzu bireysel ve toplumsal sızılarımızı körüklüyor. Bugün hem ferdi boyutta hem de toplumsal boyutta dünyanın her yerinden yükselen acıların, kederlerin içerisinde de bu ilişkinin rolü var. Öyle ki, tarifsiz yalnızlıklar içinde yaşayıp gidiyoruz, özellikle de en derin ve en önemli konularda. Örneğin, dünyanın açlık, susuzluk, güvenlik ve birçok diğer temel haktan yoksunlukla ilgili yaşadığı derin krizler hep bununla ilgili. Yayınlanan raporlar, devletlerin sürekli toplanıp kınama kararı alıp dağıldığı sadra şifa olmayan kurumlar ve kuruluşlarda bu dünyayı şekillendirişimiz ve anlamlandırışımız ile ilgili. O vakit her gün intihar saldırılarında ölen yüzlerce insan, başka ülkelere iltica ederken batan gemilerde hayatlarını kaybedenler, milyonlarca kayıp çocuk ve devasa silah antlaşmaları ardından yapılan barış söylevleri ve ödüllerini nasıl izah edebiliriz? Hangi tarifin içine koyabiliriz? Bu tanımlar, olaylar hepsi mekânı yani dünyayı biçimlendirişimizle alakalı.

İçinde yaşadığımız dünyayı, ister aktif olarak ister pasif olarak biz şekillendiriyoruz. Ancak bu şekillenen dünyadan razı olan kimse pek yok gibi. Peki, o zaman neden dünyanın yeniden şekillenmesi için bir çabanın içerisine girmiyoruz? Kırk yama ile bugünkü zulüm düzenini oluşturan dünyadan neden vazgeçemiyoruz? Bizi bağlayan ne? Alışkanlık mı, atalet mi ya da daha kötüsü bugünkü dünyanın halini onay mı? İşte bu nokta da dünyaya sunulacak bir teklifi ancak Müslümanlar yapabilirdi ki, o da D-8 ile yapıldı. Recai Kutan bey’in ifadesi ile “D-8, 20. asrın 21. asra en büyük hediyesi” olarak karşımızda duruyor. Kuruluş gayesi ve yola çıkış biçimi ve vaat ettikleri açısından hem mazlum coğrafyaların hem de bugün kapitalizmin en büyük etkisi altında yaşayanların umudu olarak orada hayata geçirilmeyi bekliyor. Barışı, adaleti, paylaşmayı esas alan bu anlayış ile dünyamızı şekillendirmek için harekete geçtiğimizde yeryüzü anlamını bulacak. İşte o zaman insanların yüzleri gülecek ve bu zulüm düzeni son bulacak.

D-8’lerin temel umdelerine baktığımız zaman, bizleri bu uğurda harekete geçmek için teşvik edici ve hatta daha çok gayret göstertici özellikleri barındırıyor. Hatırlamak gerekirse o umdeleri: “Yeryüzünde savaş değil; barış. Gerginlik değil; diyalog. Sömürü değil; işbirliği. Çifte standart değil; adalet. Kibir, tekebbür değil; eşitlik. Bir arada Hakk’a riayet ederek yaşamak.” İşte sürekli arzusunu duyduğumuz ve aklı başında herkesin arzuladığı, Yeni Bir Dünyanın prensipleri bunlar. Batılıların felsefesi; sömürü, tahakküm ve vahşete dayalı olduğunu sürekli anlatan ve buna karşı D–8’i kuran rahmetli Erbakan hoca, bu sömürü, vahşet ve tahakküme itiraz etmek için bizlere büyük bir imkân hazırladı. Şayet bu imkânın kıymetini bilirsek, aktif bir D–8 ile köle olmadan, sömürülmeden ve vahşete kurban olmadan yaşayabiliriz. Sevgi, barış ve adalet temelli bir dünyayı tesis edebiliriz. Sorunların değil çözümün parçası olmak için geç değil, tam zamanı. Hayat tekrarlardan ibaret o zaman doğruyu, iyiyi, güzeli tekrarlamak ve yenilemek, yenilenmek için geri durmamak gerek. Kuruluşunun 20. yılı vesilesi ile yapılan etkinlik bir kez daha bu mesuliyetin aciliyetini ortaya koymuş oldu. Bu vesile ile başta D-8’lerin mimarı Erbakan hoca olmak üzere, bütün emeği geçenlerden Allah razı olsun. Hoşça bakın zatınıza.

TAŞ GEMi

“baba eski tornacı gözünü çapak almış/dede bir bacağını Sakarya’da bırakmış/ananın gözü yaşlı umut ona bağlamış.” (Cem Karaca/ Parka)

Not: Tuncay Kemertaş söylüyor, “Nasıl Methedeyim Sevdiğim Seni.” Uzun uzun yazmaya gerek yok; Erbakan Hoca anısına hazırlanan bir video var, onu açın, gözlerinizi kapayın…

Not: Bir sonraki yazı zamanı bayrama denk geliyor. Şimdiden herkesin bayramını tebrik ediyorum. İnşallah sağlık ve afiyetle, huzurlu bir bayram diliyorum. Hürmet, muhabbet ve hasretle…

Bize kadar

Ramazan’ın en kıymetli bölümüne geldik, vedaya hazırlanırken bizlere, Kadir gecesini armağan ediyor. İnşallah hakkı ile idrak etmeyi ve o geceyi yakalayabilmeyi başarırız. Dua edelim. Gayret edelim. İçimizi temizleyelim, dışımızda temizlenecektir.

Bayram için tatil planı filan yapma, dön sılaya. Bütün kalp kırıklıklarını usulen değil esasen çöz. Büyükleri ihmal etme, kabirleri unutma. Toplu mesaj atma, arayabildiğini ara, ziyaret edebildiğin kadar ziyaret et. Gönül al, gönül yap ve dua al. Unutma!

İnsan inceldikçe güzel, insana zarafet yakışır unutma! Hele bayramı hak eden birine daha çok yakışır.

DAĞARCIK

Bir duyguyu “nasıl” yaşamakta olduğumuzu fark edebilmek, “nedenleri”ni açıklamış olmaktan daha büyük önem taşır. (Engin Gençtan’dan tadımlık)

TEKKE

“Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: “Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, verilen her nefes, artık hiçbir şekilde ele geçmez. Nefesler sayılıdır ve azalmaktadır.” O halde, nefeslerini iyi değerlendir ve bu fani dünyaya yarın ölecekmiş gibi nazar et.” (İmam Gazali’den tadımlık)

Bir lahza

“Eğer yanıtlarım seni korkutuyorsa o zaman korkutucu sorular sormaktan vazgeçmelisin.” (Pulp Fiction’dan)