Teknik direktör dediğin (4)

Abone Ol

TRANSFERE biz de ara verilim mi Salı saat 10.00 sularında... Bundan sonra gelişme olursa bir sonraki güne kalır.

Bizim teknik direktörlerle ilgili yazımıza devam edelim. Fırsat bu fırsat... Fatih Terim Adana Demirspor’da iken, İnönü Stadı’nda Feriköy’le bir lig maçı oynayacaklardı. Günlerden cumartesi idi. Rahmetli Fahri Somer ağabeyim tutturdu gel maçı özleyelim diye... O zamanlar ünlü Tercüman Gazetesi’nde çalıyordum. “Fahri Baba” dedim, “Bugün maçlar var. Serviste bana ihtiyaç olabilir. Gel vazgeç...” Cevabı aynen şöyleydi: “Kemalciğim, maç önemli değil ama ben sana Adana takımından bir oyuncuyu izlettireceğim. Bakalım fikrin ne olacak. Onun için gidelim diye ısrar ediyorum. “Gittik Fahri Baba ile... Fahri Baba kim mi Fahri Somer... Bir zamanların Adalet takımını yoktan ortaya çıkarıp, üç büyüklerin canına ot tıkayan ünlü futbol adamımız. Nur içinde yatsın... Neyse, takımlar sahaya çıktığında Fahri Baba eliyle bana Adana takımının 9 numarasını işaret edip, “İşte bu... Adı da Fatih. Dikkatle izle...” İzledim ve babanın elini bir kere daha öptüm. Oyuncu harika idi...

Aradan sanırım bir yıl geçti ve o Fatih Galatasaray’a geldi. Ne tuhaf ki oynadığı yıllarda Galatasaray’la hiç şampiyonluk yaşamadı. Sonra teknik adamlığa soyundu... Ankara’daki usta gazeteci arkadaşım Doğan Ersavaş, kulakları çınlasın, bir gün telefonda, “Kemal, bu Fatih büyük hoca olacak. Bir izlesen keşke...” diye benim kulağımı çekti, Ben de dikkatle takip ettim onu. Ümit Milli, Milli Takım alan derken Galatasaray’a geldi. Hani şu dört sezon üst üste şampiyon olduğu Galatasaray’a...

İşte o yıllarda ki, daha önceleri de görüşmelerimiz olurdu, bunlar daha da sıklaştı. Hemen hemen haftada iki veya üç gece mutlaka dakikalarca futbol görüşlerimizi paylaştık. Hatta hanım, “Yahu sen de gidip Fatih hocayla mesai yapsana” diye benimle dalga geçer dururdu.

Neyse, ilk sezon şampiyonluk geldi. Terim, elindeki kadroyu gün gün ideal futbola yaklaştırıyordu. İkinci sezona başladılar. Baktım, Galatasaray neredeyse sahanın tamamında çok yüksek bir tempo ile pres yapmaya başlamıştı.

Devam edelim... O sezonun ilk yarısı bittiğinde, Galatasaray’ın bir maçı eksikti. Avrupa kupası maçları nedeniyle Ankaragücü ile Ankara’da onanacak maç devre sonuna bırakılmıştı. Baktım o denli yorgunluğa rağmen Galatasaray yine çok yüksek tempo ile pres yapıyordu ve maç güçlükle 2-2 berabere bitirildi.

Maçın ertesi akşam Terim hocamla mutat telefon görüşmemiş oldu. Kendisine hiç bir insan oğlunun bu tempoda doksan dakika pres yapamayacağını, az kalsın bu yanlışın faturasının da ödenmek üzere olduğunu ifade etti. Yine uzun uzun paylaştık görüşlerimizi...

İkinci devrenin ilk maçı Ali Sami Yen’de idi ve baktım Galatasaray takımı oyunun içinde zaman zaman aktif dinlemeye geçerek pres ayarını biraz azaltmıştı. Aynı akşam telefonum çaldı. Hoca karşımdaydı, “Nasıl ağabey, neredeyse toplamda 20-25 dakika aktif dinlenme yapmışız. Soyunma odasına girdiğimde futbolcuların hâlâ diri olduklarının farkına vardım. “

Aynı Terim’in karşısında bir zamanların Barcelona, Real Madrid gibi takımların asi çocuğu koca Hagi’nin hazır ol durduğuna da gözlerimle tanık oldum. Anlatsalar inanmazdım. Florya’daki odasındaydık. Eser, Çaycı Ahmet ve Bülent vardı. Sordum, “Bu ne yahu, adam mum gibi olmuş...” Cevap şöyleydi: “Kemal baba her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Bizimki de Hagi’ye uygun geldi galiba” diyerek çok da mütevazı olmuştu. Bir de Hagi’nin günde en az 15 saat uyuduğunu söylemişti.

Eeee, her alanda kolay kolay büyük isim olunmuyor...