Tebliğ ve davet

Abone Ol

Bismillahirrahmanirrahim

Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamt, Peygamberimize, âline ve sahabelerine salât ve selam ederiz.

Fert ve toplumların saadete, felaha ermeleri, onlara tevhit ve İslam gerçeğinin anlatılması, tebliğ ve davet edilmesiyle mümkün olur. Burada temel kavram, tebliğ ve davettir. Tebliğ kavramı, “belağa” fiilinden türemiştir ve “belağa”, gerek zaman, gerek yer ve gerekse nitelik açısından amaca ulaşmak, sona varmak demektir. Tebliğ; Kur’an’da, Allah’ın vahyinin, hak din ve düzeninin insanlara ulaştırılması anlamında kullanılmaktadır. Tebliğ edilmesi gereken şey Allah’ın vahyi; dini ve düzenidir. Bu vahyin, din ve düzenin sahibi ise Allah’tır. Bütün peygamberlerin temel görevi tebliğ ve davettir. Ve “Tebliğ” bütün peygamberlerin bir nübüvvet sıfatıdır. Onlar, Allah’tan aldıkları vahyi, dini ve düzeni hiçbir ilave yapmadan, hiçbir şey çıkarmadan, en güzel bir şekilde insanlara ulaştırırlar. Maide 67: “Ey Allah’ın Resulü, Rabbinden sana indirileni, Kur’an’ı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, Allah’ın sana yüklediği peygamberlik görevini ifa etmiş olmazsın. Allah, insanların saldırılarından, suikastlarından seni korur. Allah kendisinden gelen gerçekleri örtbas eden kâfir bir topluluğu hidayete, doğru yola iletmez.” Bütün zor şartlara rağmen ‘tebliğ’ görevini sürdüren peygamberler, marufu emretmişler, münkerden insanları uzaklaştırmanın mücadelesini vermişlerdir. Peygamberler, metodun en güzelini, davranışın en mükemmelini, takvanın en yücesini göstererek, insanlara Allah’ın mesajını ulaştırdılar. Onlar, inanmaları için insanlara bir zorlamada da bulunmadılar. Gaşiye 21-22: “İşte ey peygamber, onlara öğüt ver, senin görevin yalnızca öğüt vermektir. Sen onları inanmaya zorlayıp zorla imana getirebilecek de değilsin.” Bu gerçeği peygamberimiz şöyle ifade eder: “Ben insanları hidayete, imana davet edici olarak gönderildim. Hidayete sevk edip, kalplere imanı koyacak Allah’tır.” (Deylemi) İman iradeli bir şey olduğu için, burada bir zorlama yapmak uygun görülmemiştir. Ali İmran 20: “O halde ey peygamber, Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: ‘Ben bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim ettim.’ Daha önce kitap verilmiş olanlara ve kitaba yabancı olan ümmilere sor: ‘Siz de kendinizi O’na teslim ettiniz mi?’ Ve eğer teslim olurlarsa, muhakkak doğru yol üzeredirler ama yüz çevirirlerse, unutma ki senin görevin sadece mesajı iletmeye devam etmektir. Allah kullarını çok iyi görür.” Hakkı tebliğ görevi, peygamberlere tabi olan müminlerin de görevidir. Tebliğ görevi, hafife alınmayacak ciddi ve temel bir görevdir.

DAVET

Davet; “deave” fiilinden gelir ve bu fiil sözlükte; çağırmak, seslenmek, nida etmek, dua ya da beddua etmek demektir. Kur’an-ı Kerim bu fiili, yardım ve mağfiret dilemek, ibadet etmek, dua ve niyazda bulunmak, yalvarmak, yardım istemek, bir işe teşvik etmek gibi manalarda kullanmaktadır. İsim olarak “davet”; çağrı, nida, dava, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara gelir. İslami kavram olarak davet; İslam’a, Allah’a çağrıyı ve İslam’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder. Davet; insanları din ve düzen olarak İslam’a, İslam’ın adil düzenine çağrı anlamına gelir. Bu anlamda davet; insanları Hakka, hidayete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrıdır. Nahl 125: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” İslam’a davetin muhatabı bütün insanlıktır. Bu davet görevi, her Müslüman’ın üzerine farz kılınmıştır. Fussilet 33: “İnsanları Allah yoluna davet eden, toplum yararına faydalı işler yapan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha iyi sözlü kim olabilir?” Buna göre her Müslüman, İslam’ın davetçisidir. İslam ümmeti, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar Allah’a hakkıyla iman eder, marufu emreder, münkerden sakındırırlar. İslam ümmeti bu görevi, tekbir teşkilat bütünlüğü içinde yapmaları gerekir. Müslümanların böyle bir teşkilatı kurmaları imanın gereğidir. Ali İmran 104: “İçinizden, insanlığı hayra çağıran, Kur’an’ın ortaya koyduğu evrensel adalet ölçüleri çerçevesinde iyiliği emreden ve kötülükleri önlemeye çalışan yönetme ve yönlendirme yetkisine sahip bir topluluk bulunsun. İşte gerçek anlamda mutluluğa, saadete erenler, bunlardır.” Erbakan Hoca’mız Milli Görüş hareketini bu ayetle bildirilen görevi yapmak için başlatmıştır. Milli Görüşçülerin, bütün sorumluğu, bu ayette belirtilen görevi yerine getirmektir.

GAYE

Müslümanların tebliğ ve davette güdecekleri hedef; Allah’ın rızasını kazanmak, hakkın hâkim olmasını temin etmektir. Milli Görüş’ün önüne koyduğu “Yaşanabilir Bir Türkiye; Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya” kurma hedefinin özünde bu gaye vardır. Milli Görüş’ün verdiği mücadele, çıkar ve menfaat devşirmek için değil, fert ve toplumun saadet ve felah bulması içindir. Milli Görüş’ün çağrısı; hakkı üstün tutmaya, adil bir düzen kurmayadır. Milli Görüş’ün karşıtlığı, kişi ve guruplara değil, zulme ve zalimedir. Milli Görüş, zulmün ve zalimliğin kaynağı olduğu için, Siyonizm’e ve kuvveti ve çıkarı esas alan batı medeniyetine karşıdır. Milli Görüş’ün savunduğu değerler, peygamberlerin insanlar tebliğ ettiği gerçeklerdir. İslam, uyulması gereken tek gerçektir. Çünkü İslam Allah’tandır. Milli Görüş; Kur’an ve sünnetle yolunu bulanların görüşüdür. Bu görüş sahipleri; Enfal 24: “Ey iman edenler, size hayat verecek, mutlu edecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz sonuçta O’nun yanında toplanacaksınız” ayeti ile bildirilen emre uyarlar. Milli Görüş sahipleri bilirler ki İslamsız saadet olmaz. Milli Görüşçülerin yolu, ifsat değil ıslah yoludur. Selam hidayete tabi olanlara…