Faslı ılımlı selefi alimlerden birisi Takiyyüddin
Hilali dir. Ebu l Hasan en Nedvi nin pratik Arapçasını ilerletmesinde yardımcı
olduğu ifade edilmektedir. Seyyid Süleyman Nedvi nin çağrısına uyarak Nedvetü l
ulema nın karargahı olan Lucknow a gitmiş ve burada üç yıl kalmıştır.
Takiyyüddin Hilali burada İngilizcesini ilerletmiştir. Burada iken Tebliğ
cemaatinin faaliyetleri ilgisini çekmiş ve onların hizmet metotlarını
incelemiştir. Tebliğ Cemaati nin yönteminin bidata yatkın olduğuna dair bir
risale kaleme almıştır. Bütün ekollerde eksiklik veya yetersizlik olduğu bir
gerçektir. Her meşrep veya anlayış İslam ı dört dörtlük bir şekilde temsil ve
ihata edemez. Dolayısıyla onlar İslam ın dellalları hükmündedir. İslam ise
hepsinden geniştir. Bununla birlikte kimi selefiler gibi Takiyyüddin Hilali de
hükümlerinde biraz hızlı davranmıştır. Ebu l Hasan en Nedevi nin Tebliğ Cemaati
hakkında hüsnü tezkiyesine rağmen Takiyyüddin Hilali gibi kimi selefiler bu
tarzı ve hizmet anlayışını bidata mal etmişlerdir. Tam tersi olarak Selefiliğe
karşı olan bazı Sufi meşrepler de Muammed İlyas Kandehlevi nin tarikatı terk
ederek rüyalara ve bazı ayetlere dayanarak Tebliğ Cemaati tarzını ihdas
etmesini şiddetle eleştirmişlerdir. Hem Hilali hem de Hindistan daki geleneksel
bazı sufi cemaatler seyahat nedeniyle ilgili olarak cemaatin hattıhareketini
tasvip etmemişlerdir. Hem Hilali gibi bazı selefiler hem de bazı sufiler Tebliğ
Cemaatine benzeri veya farklı nedenlerden dolayı karşı çıkmışlardır.
*
Burada ülkemizde az tanınan Takiyyüddin Hilali den
bahsetmek istiyorum. Biyografisinde yer verildiği gibi Hilali müthiş bir
gezgindir. Ülkesinde şer i ilimleri tahsilden sonra Kahire ye yönelmiştir.
Kahire de bir müddet kalmış ve Kahire den hacca gitmiş ve oradan Hindistan a
uzanmıştır. Burada hadis âlimleriyle tanışmış ve onlarla düşüp kalkmıştır.
Bunlardan birisi olan Tühfetü l Ahvezi Bişerhi Camii t Tirmizi müellifi
Mübarekfuri ile hemhal olmuştur. Ondan hadis ilimlerine dair ders almıştır.
Hindistan dan Basra ya dönmüş ve buradan da Bağdat a intikal ederek burada
dersler veriştir. Burada üç yıl ikamet etmiştir. Yine Kahire ye giderek Reşid
Rıza nın bir tezkiye ve tavsiye mektubuyla birlikte Suud Kralı Abdulaziz in yanına
gitmiştir. Birkaç ay Kralın misafiri olduktan sonra Medine ye yerleşmiş ve
burada iki yıl kalmıştır. Ardından Mekke ye geçmiştir. Mekke de bir yıl
kaldıktan sonra kendisine Endonezya ve Hindistan dan davet mektupları gelmeye
başlamıştır. Davetlerden birisi Lucknow dan Seyyid Süleyman Nedvi katından
gelmiştir. Bunun üzerine yeniden Hindistan a yönelmiştir. Hidistan da
Lucknow da Mesut Nedvi ile birlikte Ziya dergisini çıkarmaya başlamıştır.
Burada Ebu l Hasen en Nedvi gibilerle pratik ve teorik Arapça dersleri
çalışmıştır. Baş döndürücü hayatı ve gezileri bununla sınırlı kalmamış ardından
Batı ya uzanmıştır.
*
Hindistan dan sonra İsviçre ye gitmiş ve burada Şekip
Arslan ın yanında ikamet etmiştir. Şekip Arslan ın tavassutuyla birlikte
Almanya ya gitmiş ve Bonn da İslami dersler vermeye ve Almanca öğrenmeye
başlamıştır. 1940 yılında Berlin de doktora çalışması yapmış ve bazı
oryantalistlerin tezlerini çürütmüştür. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fas a
dönmüş, ardından 1947 yılında yeniden Irak a giderek Kraliçe Aliya
Üniversitesi nde İslami dersler vermiştir. Hüseyin Atay gibilerine ders vermesi
bu dönemin mahsulü olsa gerek. Askeri darbenin ardından 1959 yılında yeniden
Fas a avdet etmiştir. Fas ta Beşinci Muhammed Üniversitesi nde dersler vermiş
ve 1968 yılında Abdulaziz Bin Baz ın davetiyle yeniden Suudi Arabistan a gitmiş
ve Medine İslam Üniversitesinde dersler vermeye başlamıştır. 1974 yılında
ülkesine avdet etmiş ve cami ve mescitlerde dersler vermeye ve irşat
faaliyetlerini sürdürmeye kaldığı yerden devam etmiştir. Tebliğ Cemaati ne
reddiye yazdığı gibi gençliğinde Ticaniye tarikatına intisap etmiş lakin
ardından tarikattan çıkmış ve genel anlamda tasavvufa karşı mesafeli bir tutum
takınmıştır. Halbuki, onu Lucknow a çağıran Seyyid Süleyman Nedvi uzun yıllar
tasavvufa karşı çıktıktan veya mesafeli davrandıktan sonra son 15 yılında
tasavvufa intisap etmiştir. 55 yaşından sonra tasavvuf dairesine girmiştir.
Peki! Biri ömrünün son demlerinde neden tasavvufa intisap etmiş de Takiyyüddin
Hilali tersini yapmıştır Bu kıvam meselesi olsa gerek. Süleyman Nedvi,
müteşerri ortamda tasavvufla tanışmış veya kıvamı yakalamıştır. Takiyyüddin
Hilali ise ele avuca sığmaz bir karakterdir. Onu tasavvufi ortamdan
uzaklaştıran ise kıvamı yakalayamamış olması olabilir. Bidatlara batmış ve
müteşerri çizgiyi kaybetmiş ortamlarla karşılaşmış olmalıdır. Burada mizaç
farkını da göz ardı etmemek lazım. Dolayısıyla iki zatın deneyimleri farklı
olmuştur. Birisi tasavvufa intisap ederken diğeri çıkmıştır (meselenin
karşılaştırılması için bak: Müslüman Kadınların Kahramanlıkları, Seyyid
Süleyman Nedvi, s: 10, İstanbul 1967, Takiyyüddin Hilali nin gerekçeleri için
bak : http://www. saaid.net/feraq/el3aedoon/37.htm ) Demek ki tecrübeden
tecrübeye fark var.