Tarihi tanımlamak istersek insanların geçmişteki fiillerinin ürünüdür diyebiliriz. Yani tarih, yaşanmış geçmişi ifade eder. İbn-i Haldun’un deyimiyle tarih, bir zamana ve millete ait olayların sebeplerini derinliğine inceleyerek aktarımıdır. Kısaca bir tarih tanımı yapmak gerekirse; tarih, dünü sebep ve sonuçları ile tahlil etme, bugünü bu olaylar penceresinden anlama ve yarını da bu anlam üzerine inşa etme çabasının bir sonucudur.
“Tarih kâinatın vicdanıdır” der, Ömer Hayyam. Bu vicdanı geleceğe aktarmanın yolu, tarihi tarih kitaplarının otoritesinden kurtarıp zihin dünyamızın hareketliliğine taşımaktan geçiyor. Tarihi yazmak önemli ama asıl önemli olan tarihin üzerine düşünmektir. Çünkü tarih gerçekte yazma eylemi değil, bir düşünce eylemidir. Tarihi olayları anlamak için kafa konforumuzdan vazgeçip yazılan tarihi olayları, düşünce dünyamızda kritik etmemiz gerekir.
Sadece tarih kitapları değil, Kur’an da bize tarihi olaylar sunmaktadır. Fakat Kur’an, tarihi olayları hikâye olsun diye edebi bir kaygıyla anlatmaz. Kıssalar bize ibret verici, yol gösterici, üzerinde düşünmemizi gerektiren olaylar olarak anlatılır. Burada anahtar kelime düşünmektir. Kur’an “akletmez misiniz” diye sorarken, bizi düşünmeye yönlendiriyor.
Tabi ki tarih gelecek kuşaklara ibret olmak için yaşanmamıştır. Fakat kayda geçirilmesi, okunulması ve üzerinde düşünülmesi bunun içindir. O yüzden tarihçiler geçmiş olayları incelerken alınması gereken dersleri tarihi olay içerisinde tecessüs etmelidirler. Geçmişte yaşanan olaylar, tarihi süreç içerisinde tecrübe edilmiştir. İyi ya da kötü daha önce yaşanmış tecrübeler bizim için yol göstericidir.
Gerek tarih kitapları, gerek menkıbeler gerekse kıssalar bize yaşanmış tecrübenin birikimini sunar. Tarih, bizim bu tecrübelerden istifade etmemiz için günümüze taşınmıştır. Tarihi ile bağını koparan toplumlar yok olmaya mahkûmdur. Çünkü tarih toplumların hafızasıdır. Toplumlar geleceklerini kurarken hafızasında olanlardan faydalanır. Yoksa geçmiş tecrübelerinden ibret almayan ve tarihi ile motive olmayan toplumların temeli zayıf kurulmuş olur.
Tarihten ibret almak derken üzerinde düşünmeye vurgu yapıyoruz, bu makul olanı. Fakat tarihle motive olmayı tarihe hamaset yüklemekten ayırmamız gerekir. Eğer tarihi hamasete boğarsak, kahramanlık güzellemeleri ve kılıç kalkan edebiyatı yapmaktan başka tarihi vizyonumuz kalmaz. Okullarımızdaki ders kitapları, tarih üzerine yapılan çalışmalar aslında bu vizyonun birer izdüşümü.
Tarihi elde kılıç at sırtından ibaret gören bir tarihçiliğimiz var maalesef. Tarihin derin tecrübesi, birikimi ve insanlığa sunduklarımız ilgi alanımızın dışında. Destanlaştırdığımız tarih bizi zindanlarına prangalamış durumda.
Tarih gibi ciddi bir mevzunun magazinleşmesi, tarihi şahsiyet ve olayların tüketime dönüşmesi toplumsal kalitemizi anlamak açısından önemli. Siyasetin ayartıcı diline meze olmuş tarih anlayışımız, bizim iddiamızın ciddiyeti hakkında bilgi veriyor. Televizyon dizileriyle tarih pompalanan halkın, tarihe olan ilgisinin artmasını kazanım olarak görmek hakikati ıskalamaktan başka bir şey değildir.
Duyguları hoyratça kullanmaya dönük tarih vurgusu, yeni mesafelerin doğmasına sebep olmaktadır. Ve bu mesafeleri bilerek ya da bilmeyerek değerler üzerinden oluşturuyoruz. Değerleri kendimize yonttuğumuz sürece onları hırpaladığımız ve itibarsızlaştırdığımızın farkına varmalıyız. Yoksa geleceğe taşıyacak bir tarihimiz ve değerler bütünümüz kalmayacaktır.