TARİH, bir gelenek inşa ettiği gibi, mevcut geleneğin de
kaydının tutulduğu bir hafızadır. Geleneklerimiz, bizi biz yapan unsurlardır.
Çünkü her ideoloji ve din bir süre sonra toplumların hayatında gelenek olarak
varlıklarını sürdürürler. Buna İslami tabirle sünnet, yani gidilen yol
diyebiliriz. Gelenek her ne kadar toplumların ortak bir paydada ve ortak bir
düşüncede erimesini sağlasa da temel İslami düşünce yapısının bir gelenek
haline yani alışkanlığa dönüşmesi o düşünce etrafında oluşturulmuş olan şuur ve
bilincin kaybolmasına yol açar. Yani insanlar, bir süre sonra yaptıkları işleri
otomatik yapmaya başlarlar. Bu nedenle gelenekleşen şeylerin içinin boşaltılmaması
ve içinin sürekli doldurulması gerekir. Çünkü bu gelenekler kullanıla kullanıla
içi boşaltılacağından toplumun içindeki emri bil maruf ve nehyi anil münker
unsurunun sürekli doldurması ve bilinç kaybının oluşmasını önlemesi gerekir.
Bilinç kaybına uğramış olan bir toplum felce uğrar. İğfal ve istilaya uğrar.
Onu değiştirecek tek şey yine kendisi veya toplum içerisindeki emri Unsurdur.
Kur ani bir deyimle, bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah da onları
değiştirmez ilkesi devreye girer. Yani toplumun kendisini değiştirmesi için
çabalaması, değişime hazır olması gerekir. Buna hazır olmadığı sürece Allah
tarafından olumlu şekilde değiştirilmez veya kurtarılmaz. Bu aynı zamanda insan
iradesine gösterilen saygının da ifadesidir. Ceberut bir baskıyla irade
değiştirilmez. Ama değişim iradesi gösteren topluma Allah değişme kudreti ve
gücü ihsan eder. Yollarını kolaylaştırır.
Gelenek sorgulamadan kabul edildiği için de bilinçten
yoksundur. Bu nedenle geleneğin sorgulanmasını tavsiye edilmesinin amacı topluma
şuur kazandırmaktır. Senden önce hangi memlekete kötü sonuçları haber veren
bir peygamber gönderdiysek, mutlaka onların önde gelenleri: Biz atalarımızı
bir ümmet üzerinde bulduk, biz de onların izine uymuşlarız demiştir. (o
peygamber de) Ben size, atalarınızı, üzerinde bulunduğunundan daha doğrusunu
getirmiş olsam da mı Didiler. Onlar da: Bizler, o sizin gönderildiğiniz
şeyleri tanımıyoruz dediler. (Zuhruf 22-24)
Tarihte Kişi Eleştirisi (Ravi):
Olayları bize nakleden görgü tanıkları veya onlarla irtibatlı
kişilerin anlatımlarına rivayet ve bu kişilere de ravi denir. Her ne kadar İbni
Haldun kişi yerine nedenselliği önerse de tarih aynı zamanda bir olaylar ve
rivayetler dizisi olduğundan olayları bize nakleden raviler hakkında bilgi
sahibi olmamız olayları çözümlememizde etkin olur.
Buradaki kişi eleştirisi olayları yapan kişiler değil,
olayları nakleden kişilerdir. Bu yönteme aynı zamanda isnad yöntemi denilmekte
olup, bunun kurucusu hadisçilerdir.
Hadislerde özellikle ravilerin iyi incelenmesi bize
nakledilen hadislerin sıhhati konusunda önemlidir. Hadis konusunda ravilerin
güvenlik derecesi en üst düzeyde tutulurken aynı titizlik tarihi rivayetlerde
ve ravilerde gösterilmez. Bunun temel nedeni de hadislerin aynı zamanda dinin
kaynaklarında olması ve her hadisin bir dini hükme yol açmasından kaynaklanır.
Selef âlimlerimiz de hadislerde gösterdikleri titizliği tarihi rivayetlerde ve
siret kitaplarında göstermemişlerdir. Bu nedenle Yakubi, Taberi, Mesudi, İbni
İshak gibi ilk dönem tarih kitaplarında kabul edilen rivayetler ve raviler
hadis rivayetlerinde kabul edilmemektedir. İsnadın dayanağı Kur an da geçen
Nebe ayetine dayanmaktadır. Yani Bir fasık size haber getirdiğinde araştırın
ayeti habercilerin güvenliğinin sorgulanması ve güvenlik derecelerine göre
habere bir yer konum belirlenmesini bize anlatmaktadır. Bu ayet, tüm isnad ve
haberlerin sıhhatini araştırma chek etme gücünü vermektedir.
Ravi Kriterinin
Tarih Açısından Yaklaşımı
Hadis kriterinde ravinin güvenirliği üst düzeyde
tutulması, bahsedilen sözün Resulullah a isnadı ve dolayısıyla bundan
çıkarılacak hüküm olduğundandır. Fakat bu kadar derin yaklaşım tarih
araştırmalarında olmaz. Çünkü tarihte sözlerin bu kadar ince tartılmasını
gerektiren başka bir şahsiyet yoktur.
Tarih, bir olaylar yığınıdır. Burada önemli olan bu
olayın vuku bulup bulmamasıdır. Geri kalan bilgiler, başka kaynaklarla da
karşılaştırılarak ve olay örgüsü/mantığı içinde çözümlenir. Buna tarih
metodolojisinde iç tenkid denir. Her ne kadar hadisçiler kadar ravi hassasiyeti
gösterilmezse de yine de ravilerin özelliklerinin ve güvenliklerinin düşük
düzeyde de olsa sorgulanması ve çek edilmesi gerekir.
Tabi ki bu yaklaşım rivayet kültürün ağırlıklı olduğu
döneme aittir. Fakat yazılı tarihte ravinin yanında belge ve kanıtlar da
gösterilmesi gerekir. Sonuçta tarih belgelere dayanır. Buna rağmen bu belgeyi
düzenleyen, tanzim eden hakkında araştırma yapmamız gerekmez anlamına gelmez.
Fakat bu aşama artık ravinin araştırılmasından ziyade belgenin sıhhatinin,
doğruluğunun araştırılması aşamasıdır. Bu konuda en sağlıklı yol kişi ve olay
eleştirisinin birlikte yapılmasıdır. Olay örgüsü ile ne derece örtüştüğü
değerlendirilmelidir. Hadisler her ne kadar isnad konusunda büyük ilerleme
kaydetmiş, tek tek tüm raviler tespit edilip biyografileri zapt altına almış
olursa olsun, metin ve olay kriteri konusunda sınıfta kalmışlardır. Ciddi bir
metin kriteri yapılmadığından olay örgüleri sıkıntılı olmaktadır.
Gerçi muhaddislerin eksik bıraktığı iç tenkit, metin
tenkidi konusu fakihler tarafından doldurulmaya çalışılmış, fakat muhaddisin
sahih dediği bir hadisi eleştirmek veya karşı çıkmak bir fakih için artık
neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu konuda ayrı bir yazı konusu olsun...